14 Ekim 2013 Pazartesi

Olmazsa Olmazlarımız ve Sahip Olduğumuz Gerçek Değerler (2)




İşitme gücümüz olmasaydı gün boyu ne kadar çok tehlike ile karşı karşıya kalabileceğimizi ve işitemediğimiz için, dolayısıyla konuşamayacağımızı da hiç düşündünüz mü? Ama biz yine bir müzik sistemindeki ses düzenine hayranlık duyarken, sahip olduğumuz işitme yeteneğindeki mükemmelliğin ve hassasiyetin farkına bile varmıyoruz. Aynen gözümüzde olduğu gibi işitmekiçin de herhangi bir ayar yapmaya ihtiyaç duymayız. Radyo düğmesi gibi bir düğme ile sesleri net bir şekilde duymak üzere kulağımızı sağa sola doğru çevirmek durumunda kaldığımızı bir düşünün. Ya da bir sabah uyandığımızda hiçbir şey işitemeyip hiçbir şeyi göremediğimizi hayal edelim. Ne kadar dehşet verici değil mi? Bize bu yetenekleri verenden başka kim bizi tekrar işitip gören kılabilir?

De ki: “Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah’tan başka hangi ilah onları size geri verecek?”Enam Suresi Ayet 46

Televizyonda gördüğümüz teknoloji ürünü robotların yürümesi, eğilmesi, kollarını hareket ettirmesi, hatta bazı kelimeler ile konuşabilmesi hayran bırakır çoğu kişiyi. Ama öte taraftan buna hayranlık duyan pek çok kişi yürürken, otururken, konuşurken, gülerken ya da yaptığı en küçük bir eylemde bile kaç tane kasının hareket ettiğini bir kez olsun düşünmez.



İnsan bütünüyle en küçüğünden en büyüğüne sahip olduğu işlevler ile başlı başına bir hayranlık gerektirir. Gözlerini kaybetmemek için servetini vermeye razı olmayacak biri var mıdır? Gün boyu yaptığımız pek çok işte kullandığımız vücut organlarımızın hayatımızı ne kadar kolaylaştırdığını anlamamız için onlardan yoksun olmamız mı gerekmektedir? Çoğu zaman şikâyet ettiğimiz çeşitli bedensel acılar ve ağrılarımız dahi esasen vücudumuzda doğru gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlamamız için mucizevî belirtiler değil midir? Bu sayede önlem almaz mıyız sağlığımızı kaybetmemek için?

İsteğe bağlı ve istem dışı organlarımız olduğu söylenir. Örneğin elimizi hareket ettirmek kendi kontrolümüzle olur. Ama öte yandan özellikle iç organlarımız adeta bir fabrika gibi işlemektedirler. Sabah açılmayı akşam kapatılmayı beklemeden. Kalbini kendi attırdığını ya da karaciğerini kendi düşünsel gücü ile işlettiğini iddia edecek biri olmasa gerek. Karaciğerin yüzlerce vazifesi olduğu ifade edildiğinde, söz konusu bu organın diğer pek çoğu gibi bizim için ne derece hayati olduğunu tartışmaya gerek var mıdır? Hangimiz karaciğerimizi para ile satın aldık? Ya da kalbimizi? 

Soluduğumuz havayı bir düşünelim. Nefes almadan yaşayamaz canlılar. Havanın nefes almamıza ve dolayısıyla yaşamamıza uygun olmasını biz mi sağladık? Ya da nefes alırken herhangi bir para mı ödedik? Peki, genellikle 1-2 dakika nefes almadan yaşayamayan insan, boğulmamak yani tek bir nefes için tüm varlığını gözden çıkarmaz mı? 

Isınmak ve çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılamak için kullandığımız doğalgazı düşünelim. Ya zaman zaman doğal gazın kesintiye uğraması gibi soluduğumuz hava da kesintiye uğrasa ve o an tüm canlılar yok olsa nasıl olurdu? Buna çare olabilecek maddi bir çözüm bilen var mı? Sahip olduğumuz ve uğruna bir ömrümüzü heba edebildiğimiz malımız, mülkümüz mü bizim için hayati; yoksa hiçbir bedel ödemeden sahip olabildiğimiz hava mı? 

Su olmadan yaşayabilir mi insan? Hayat adeta suya endeksli kılınmamış mıdır? Tüm canlı organizmalar suya bağımlı değil midir? Biz mi var ettik suyu? Ya da var olması için ne yaptık? Dünyadaki su bir anda yok olsa hangi maddi değer onu geri getirmeye ya da yoktan var etmeye yetebilir?

Bir sabah suyunuz çekiliverse, kim getirecek fışkırıp akan bir su size?Mülk Suresi Ayet 30




Ama ne de olsa hava da, su da bolca var işte dünyada. Bu yüzden çoğu insan için çok da fazla sorup sorgulamaya gerek yok bu gibi şeyleri. Oysaki öte tarafta temiz su kaynaklarının yetersizliği sebebiyle milyonlarca insan ya hasta olmakta, ya da yaşamını yitirmektedir. Birkaç on yıl önce özellikle kırsal kesimlerde evlerin içinde su tesisatı bulunmazdı. İnsanlar suyu ya bahçelerinde bulunan kuyudan ya da köy çeşmelerindeki uzun kuyrukların ardından temin ederlerdi. Yıkanmak için ateş yakılıp kazanlarda sular kaynatılır, sınırlı imkânlar altında banyo yapılırdı. Günümüzde pek çok evin içine su ulaşmış vaziyette. Kaçımız sabah kalkıp elimizi yüzümüzü yıkamak için musluğu açtığımızda ya da banyoya girdiğimizde akan su için şükrediyoruz? 

Her birimiz farkında olarak ya da olmayarak doğal bir kimlik taşımıyor muyuz üzerimizde? İnsanlar birbirlerine benzeyebilse de hangimizin parmak izi ya da el içi damar çizgileri birbiriyle aynı? Kimliğinin tespiti için parmak izi alınan insan bir kez olsun düşünmez mi; nasıl oluyor da bunca insan yaşarken her birinin kendine ait bir parmak izi bulunuyor? Parmak uçlarımızdaki doğal kimliğimiz, beni bir başkasından ya da bir başkasını benden ayırabiliyor? 

0 yorum:

Yorum Gönder