18 Aralık 2013 Çarşamba

İşe Yaramaz Zannedilen Kuyruk Sokumu




Kuyruk sokumu, insanlarda, omurganın son 4- 5 omurunun birleşmesinden meydana gelen, tabanı yukarıda, üçgen biçiminde bir kemiktir. Önden arkaya doğru basık olan bu kemiğin ön yüzü hafifçe çukur, arka yüzü tümsek’ olup, omurların birleşme yerinde enine kemiksi oluklarından oluşan eklemlerle, bütün bir kemik halini almıştır. Evrim teorisine inananlara göre kuyruk sokumu kemiği, geçmişteki maymunumsu atalarımızın(!) bir kalıntısı olarak bugüne kadar gelmiş, hiçbir fonksiyonu olmayan bir kemiktir. Oysaki bu kemik; anatomi, fizyoloji ve kadın- doğum bilimleri açısından incelendiğinde, yapı ve fonksiyonları bakımından ne kadar önemli ve lüzumlu bir kemik olduğu görülür.

Eklem ve Kemik Yapısı: Kuyruk sokumu kemikleri kendi aralarında, oynamaz eklemlerle kaynaşmışlardır. Sağrı kemiği (sacrum) ile yaptığı eklem ise oynar eklemdir. Bu eklemin oynar oluşunun faydası şudur: Anne karnındaki bebeğin baş çapının en dar yeri 11,5-12 cm’ dir. Kuyruk sokumu ile pubis kemiği (kalça kemerinin ön taraftaki çatıyı yapan kemikleri) arasında olan bebeğin çıkış kapısı ise 9,5-10 cm’ dir. Doğum esnasında bebek başı, kuyruk sokumuna sürtünerek gelir. Bebek, kuyruk sokumundan geçerken, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem, hormonların da yardımıyla oynar hale gelir ve kuyruk sokumu 2- 2,5 cm geriye gider. Çocuğun çıkış kanalı 11,5-12,5 cm’ ye çıkar ve başın rahat geçmesini sağlar. Bu eklem hayat boyu hareketli kalır.

Kuyruk sokumu kemiğinde, iki tane de çıkıntı kemiği vardır. Bu çıkıntı kemikleri, oturma anında sağa ve sola kaymaları önlemektedir. Yine sağlamlığı, anatomik görünüşündeki geometrik estetikle bir sanat eserini andıran ve sert zemine oturmada stabiliteyi destekleyen dört tane ağ vardır ki, bu bağlar sağrı kemiği ile bütünlüğü Sağlar. Evrimci görüşün dediği gibi bu kemik işe yaramaz bir kalıntı ise, kalıntı olan bir kemikte, bu bağların ve kemik yapısının fizyolojik fonksiyonlara uygun olmasına ne gerek vardır? Yoksa ilkel hayvan, kuyruğunu küçültürken (l), insanın anatomik yapısı şöyle olacak, doğumu böyle yapacak, çocuğun kafa çapı şu olacak, ben kuyruğuma şu şekli vereyim, diye düşündü de, kuyruk sokumunu bu anatomik yapıya uygun bağlarla mı donattı?

Kuyruk sokumu kemiği, kendini besleyen coccigeal arter, kirli kanı toplayan coccigeal yeni ve kendi yapısına uygun coccigeal sinire sahiptir. Ayrıca, kayganlığı sağlayan bir sıvı salgılayan coccigeal bursa, coccigeal cisim, glomus coccygeum ve cuschka bezleri de bulunur. Oysaki embriyolojik kalıntı olan kemiklerde böyle kendine has anatomik bir yapı oluşmaz, çevrenin anatomik yapısına göre şekil kazanır. Örnek verecek olursak; bazı insanlarda, doğuştan 7. boyun kemiğinden çıkıntı olarak, bir fazla kaburga kemiği vardır. Buna cervical kaburga denir. Normalde, boyun kemiklerinde kaburga kemiği olmamasına rağmen, bazı insanlarda fazlalık olarak görülür. Bu fazlalık kemik; özel bir atardamar, toplardamar ve sinire (intercostal sinir) sahip olmadığından, çevredeki anatomik yapının ana damarları ve sinirleri tarafından işgal edilir. Eğer kuyruk sokumu kalıntı olsaydı anatomik yapısı kendine has atardamar, toplardamar, sinir, bursa ve beze sahip olmazdı.

Fazlalık (anomali) kemiklerin bir özelliği de, ancak operasyonla (kemiğin çıkarılması) son bulacak rahatsızlıklara yol açmalarıdır. Mesela; boynunda cervical costa denilen fazla kemiği olanlarda kol ağrısı, kol uyuşması ve kuvvet azlığı olur. Bu kemik çıkarıldığında şikâyetler geçer. Oysaki kuyruk sokumu kemiği çıkarıldığında, doğum ve büyük abdesti yapmada problemler çıkar.

Adaleler ve Ligamentler: Aşağıdaki adale ve Iigamentler (lig: bağlar), kuyruk sokumuna yapışırlar.

1- Musculus coccygeus lig. sacrospinale: Bu adaleyi meydana getiren kas hüzmeleri sağrı ve kuyruk sokumu kemiğinin dış kenarlarından başlar, leğen kemiğinin altına yapışır.

2- Lig. sakro-tuberale: Sağrı kemiği ve kuyruk sokumu altından başlayarak, leğen kemiğinin arka altına yapışır. Kuyruk sokumu ile sağrı kemiğinden gelen adaleler hüzmesi birbirini çaprazlar. Bu iki bağ aracılığı ile çaprazların arasında iki delik oluşur. Bu iki deliğin içinden, erkek/kadın genital ve boşaltım organlarına, damar ve sinirler geçer. Bu iki delik, damar ve sinirleri koruma altında tutar.

3- Lig. anococcygeum: M. sfinkter ani externus isimli kas, bu bağ vasıtasıyla uzanır ve kuyruk sokumunun ucuna yapışır. M. sfinkter ani externus kası, anal kanal (son bağırsağın çıkışı) etrafını halka şeklinde sararak, anüsü devamlı kapalı tutar ve defekasyon (dışkılama) sırasında isteğimize göre gevşer. Bu kas devamlı kasılmak için destek gücünü, lig. anococcygeum vasıtasıyla, kuyruk sokumu kemiğinden alır. Ligament ve kasların çekmesiyle, kuyruk sokumu kemiği öne eğik pozisyonda durur ki, oturma anında buraya yansıyan yük süspanse olsun, yani hafifletilerek sıkıntı vermeyecek duruma gelsin. Çünkü kasların yapışması sebebiyle, özellikle defekasyon anında kuyruk sokumunun belli hareketleri vardır. Oturulurken kuyruk sokumunun arka yüzüne baskı gelir. Kuyruk sokumu, öne doğru tek oynar eklem olan sağrı ile yaptığı eklemden hareket ederek bu baskıyı azaltır.

Kuyruk sokumu kemiğine yapışan bu kaslar, leğen kemiğinin tabanını oluştururlar. Yine doğum alt zeminini oluştururken, kalın bağırsağın, diğer damar ve sinirlerin zeminini döşeyen sağlam bir tabaka teşkil ederler.

Eğer kuyruk sokumu kemiği kalıntı kemik sayılırsa (yani bu kemik özel bir planla yaratılmamış olsa), o zaman bu adaleler ve bağlar nereye yapışacaktı?

Adalelerin görevlerini tam yapabilmeleri için, kemiklere yapışmış olmaları gerekmektedir. Yapışacak yeri olmayan, boşlukta kalan bir adale, güç meydana getiremeyeceğinden, fonksiyonunu tam yapamaz; büzülmüş ve zayıflamış halde kalır. Özellikle anüsün kapalı tutulmasında fonksiyon gören anüs adalesi, lig anococcygeuma bağlıdır. Kuyruk sokumu kemiği olmasaydı bu kaslar tam fonksiyon yapamadığından, anüs kısmında, zıt yöndeki kasın çekmesiyle tek taraflı bir güçsüzlük olurdu. Ameliyatla kuyruk sokumu alınan hastalar, anüsün kasılma gücünde azalma ve anüse sert bir şey batar gibi bir hissin şikâyetiyle doktora başvurmaktadırlar. Kuyruk sokumu kemiği eğer kalıntı sayılırsa, ona yapışan adaleleri ve bağları da kalıntı saymak gerekir. Kalıntı kemik acaba kendini oluştururken(1); kalıntı damarını, siniri kuyruk, salgı kesesini, bağlarını, adalelerini, lazım olacak eklemlerini kendisi ayarlayarak, diğer kalıntıları da beraberinde mi geliştirmiştir?

Doğumdaki mucizeyi organizasyon: Doğum sırasında rahim ve karın kaslarının kasılmasıyla aşağı doğru itilen bebeğin, bazı darlıklardan geçmesi lazımdır. Bu darlıklardan üçüncüsü, son darlık olan kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin ön kısmı arasındaki darlıktır. Bu darlıktan bebek geçerken, hormonların tesiriyle, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem 2- 2,5 cm. geriye doğru hareket eder ve baş buradan geçerek normal doğum sağlanmış olur.

Doğum kanalı eğriliği sağrı kemiğinin iç bükey eğriliğine uyar. Bu eğrilik tam olmayıp, iki düz hattı birleştiren bir kıvrıntıdan ibarettir. Bu kanal, kuyruk sokumu ve leğen ön kemiği arasında öne doğru bir kıvrıntı gösterir. Kemik ve yumuşak dokuların anatomik kıvrımları, başın bu eksen üzerinden ilerlemesine müsaade edecek şekildedir. Bu eksene tabi olan baş, çıkışa yakın yerde geriye çevrilme hareketini yaparak, çıkabilmesi için zaten mevcut olan tek şartı da gerçekleştirmiş olur. Başın gelişi, vertex geliş’ dediğimiz tepe gelişle olur. Çünkü, bu gelişle başın en dar çapının 10-11,5 cmuk kısmının geçişi sağlanır. Bu geliş dışındaki gelişler komplikasyonlu gelişlerdir ve rahim, perine ve anüs yırtıklarına sebep almaktadırlar. Buradaki anatomik yapı öyle ayarlı yaratılmıştır ki, vertex gelişi dışında başka bir gelişe en küçük bir imkân vermeyecek şekildedir. Bu mekanizmanın en önemli parçası ise, kuyruk sokumu kemiğidir.

Kuyruk sokumu ve sağrı kemiği arasındaki eklemin arkaya hareketi ile, yumuşak dokular fazla gerilmeye uğramazlar. Bu bakımdan başın geriye kıvrılıp vertex’e (tepe geliş) yönelmesi mecburiyeti vardır.

İnsan düşündüğü zaman, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasında oynar eklem ve kuyruk sokumu kemiği olmasaydı, bebek, bu küçük darlıktan geçerken 2-2,5 cm’ lik genişleme olmayacak ve çoğu doğumlar; ya gerçekleşmeyecek ya da bebeğin uzun süre bu darlıkta kalarak ölmesiyle; rahim, doğum yolu, perine ve anüs (makat) yırtıklarıyla neticelenecekti.

Yine kuyruk sokumu kemiğinin iç bükey şekli, başın tepe üzeri gelişini (vertex) sağlamaktadır. Kemik bu şekilde olmasaydı baş, deflexion dediğimiz geriye dönüşü yapamayacak, tepe gelişi sağlanamayacak ve çocuk kanaldan geçerken, başın en geniş çaplı kısmı yukarıda saydığımız komplikasyonlara ve çocukta (anoksi) oksijensizliğe, kırıklara, sinir zedelenmelerine sebep olacaktı.

Çok yönlü görevleri olan kuyruk sokumu kemiğine, fazlalık ya da hiçbir fonksiyon görmeyen gereksiz bir kemiktir demek, aklın ve ilmin kabul etmeyeceği bir durumdur. Bu konudaki fikirler, tek hücrelilerden insana kadar olan silsilede, benzetme yapılarak, peşin kabullenmeye göre, hiçbir organın anatomisi, fizyolojisi, patolojisi, biyokimyası ve biyomekaniği incelenmeden ortaya atılmış fikirlerdir.



KAYNAKLAR:
1-Doğum Bilgisi. Prof. Dr. Ali Gürgüç (E.Ü.T.F. Kadın Doğum. ABD)
2-Ortopedi. Türek L. Samuel. ciır2
3- Anatomi İ. V. Odar. Cilt:1.
4- Atlas der Anotomie dee Menschen. Kemikler, Bağlar, Eklemler. Cilt:1.



28 Kasım 2013 Perşembe

İbnü'l Heysem'in Önemi



İbnü'l Heysem hem dönemin hem de döneminden sonraki yüzyıllarda önemli etkilere imza atan bir İslam âlimidir. Bilhassa optik alanında yaptığı çalışmalar O'nu bilim dünyasınca değerli kılmıştır. Geometri ve astronomi alanındaki seçkin çalışmaları bilim tarihçileri tarafından da ona hayran bırakmıştır. Optikte yaptığı çalışmalarla Newton'un "Optics" kitabı kadar yapılmış en önemli katkıyı sağlamıştır. Kullandığı yöntemlerle çağdaşlarından daha üstün olmuş, olayları daha iyi görüp yorumlayabilmiştir. Bu kullandığı yöntemleri şu şekilde irdelemek de mümkündür: Bir konu ile ilgili yaptığı çalışmalarda tüm dikkatini ayrıntılara vermesi ve ayrıntılarla oluşan toplam verilerle genel bir ifade oluşturup onu yorumlayabilmesi İbnü'l Heysem'i evrensel bilime katkı yapmış ünlü bilim insanları arasında yerini aldırmıştır her ne kadar ülkemizde kendisine önem verilmese de hâlâ dünya üzerinde bu bilim insanı üzerine çeşitli toplantı ve konferanslar düzenlenmektedir.
Kaynaklar
  • Modern Optiğin Kurucusu: İbn'ül Heysem,Hüseyin Gazi TOPDEMİR,AKM Yayınları - Bu yayında İbn'ül Heysem hakkında herşey detaylı incelenmiştir.
  • http://en.wikipedia.org/wiki/Ibn_al-Haytham


    ALINTIDIR
    • İbnü'l Heysem'in Çalışmaları

      1.Fizik Alanında Çalışmaları
    • Işığın Niteliği ve Yayılımı
    • Doğrudan Görme
    • Yansıma
    • Karanlık Oda Çalışması
    • Gökkuşağı ve Hâle Konusundaki Görüşleri

    • 2.Matematik Alanında Çalışmaları
      Cebirden ziyade matematik alanında geometri kısmı ile ilgilenmişti. Geometriye yönelmesinde Euklides gibi Antik Yunanlı Filozofların yanı sıra optik üzerine yoğunlaşmasının da etkisi olmuştur.

      Geometride sonsuz küçükler ve koni kesitleri konusundaki çalışmaları bilhassa önemlidir. Matematikte ün salmasına yol açan çalışması ise "Alhazen Problemi"dir. Yansıtıcı bir yüzeydeki karşıt herhangi iki noktadan, bu noktaların birisinden gelen ışığın, bu yüzeyden diğerine yansıyacağı noktanın nasıl bulunacağına ilişkindir.

      İbnü'l Heysem matematik alanında Eukleides'in çalışmasına yönelik yaptığı eleştiri ve eklemeleri de önemli çalışmaları arasında yer almaktadır.

      3.Astronomi Alanında Çalışmaları
    • Evrenin Yapısı Üzerine
    • Kıble yönünün hesapla belirlenmesi
    • Ayın ışığı üzerine
    • Yıldızların Işığı
    • Yıldızların görünmesi üzerine
    • Kaynaklar

    • Modern Optiğin Kurucusu: İbn'ül Heysem,Hüseyin Gazi TOPDEMİR,AKM Yayınları - Bu yayında İbn'ül Heysem hakkında herşey detaylı incelenmiştir.
    • http://en.wikipedia.org/wiki/Ibn_al-Haytham



      ALINTIDIR
    • İbnü'l Heysem'in Eserleri



      Eserleri:

    • Kitab el-Menâzır
    • Parabolik aynalar üzerine
    • Küresel Aynalar Üzerine
    • Tutulma Üzerine
    • Gökkuşağı ve Hâle Üzerine
    • Işık Üzerine
    • Yakan Küreler Üzerine
    • Yıldızların Görünmesi Üzerine
    • Yıldızların Işığı Üzerine
    • Ayın Işığı Üzerine
    • Evrenin Yapısı Üzerine
    • Bütün Meskûn Yerler İçin Kıble Yönünün Belirlenmesi
    • Eukleides'in Elementlerinin Beşinci Postulasının Şerhi
    • Kıble Yönünün Hesapla Belirlenmesi
    • Mesaha Usulü Üzerine
    • Dairenin Dörtgenleştirilmesi Üzerine
    • Ayın Hareketi Hakkında
    • Ptolemaios'un Görüşleri Üzerine Kuşkular
    • Gölgelerin Nitelikleri
    • Samanyolu Üzerine
    • Apollonios'un Konikası Üzerine
    • Eukleides ve Ptolemaios'un Optik Bilgisi Analizi
    • Archimedes'in Küre ve Silindiri Üzerine
    • Mercekler Üzerine
    • Aristoteles'in Çalışmaları Üzerine
    • Tıp Sanatı Üzerine
    • Astronomi Gözlemlerinin Nitelikleri Üzerine


    • ESERLERİNDEN ÖZETLER

      Kitab el-Menâzır
      Optik bilimi ile ilgili çalışmalarını bu kitapta yayınlamıştı. Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. İlk 3 bölüm görme, 4.5. ve 6. bölümler yansıma ve 7.bölüm ise kırılma konusuna ayrılmıştır.
      Birinci bölümün ikinci alt başlığında, doğrudan görmenin oluşabilmesinin koşulları sıralanmaktadır.
    • Göz ve nesne arasında uygun bir mesafe olmalıdır.
    • Göz ve nesne asında uzadığı varsayılan çizgiler opak bir nesne tarafından kesilmelidir.
    • Göz, ancak kendisi ışık kaynağı olan ya da ışıklandırılmış nesneleri algılar.
    • Nesnelerin görünebilirlik uzaklığı büyüklüklerine, aydınlanma derecelerine, renklerine ve gözlemcinin görme gücüne bağlıdır.
    • İkinci bölümde ise neden gözün bazı nesneleri algıladığı ve bazılarının ise algılayamadığı konusu tartışılmıştır.
      Üçüncü bölüm görme kusurları ve nedenleri tartışılmıştır.
      Dördüncü bölüm gözün algılaması tartışılmıştır. 
      Beşinci bölüm yansıma konusu tartışılmıştır.
      Altıncı bölümde aynalarda yansıma ve yedinci bölümde ise kırılma konusu irdelenmiş.
      Küresel Aynalar Üzerine kitabında, ayna eksenine paralel gelen ışınların, ayna ekseni üzerindeki bir noktada odaklanacağını geometri aracılığıyla kanıtlamaktadır.
      Tutulma Üzerine Kitabında, Ay tutulmasını irdelemiş.
      Işık Üzerine kitabında ışık ışınlarının niteliği, nasıl yayıldığı, ışık kaynakları gibi konularda ayrıntılı tartışmalarda bulunmuş.
      Yakan Küreler Üzerine adlı kitabında ise gökkuşağının oluşumunu açıklamış.
      Yıldızların Görünmesi Üzerine adlı kitabında göksel nesnelerin boyutsal olarak olduklarından daha büyük görünmesinin nedenleri arasında atmosferde kırılmaya dayanarak irdelemiş.
      Ayın Işığı Üzerine adlı kitabında Ay, ayna gibi davranmakta. Güneş'ten aldığı ışınları, yüzeyinin her bir parçasında, bu parçaların karşısına gelen yer yüzeyindeki her bir noktaya kendisi ışık kaynağı olan nesneler gibi yansıtmaktadır.

        Kaynaklar
      • Modern Optiğin Kurucusu: İbn'ül Heysem,Hüseyin Gazi TOPDEMİR,AKM Yayınları - Bu yayında İbn'ül Heysem hakkında herşey detaylı incelenmiştir.
      • http://en.wikipedia.org/wiki/Ibn_al-Haytham


      • ALINTIDIR
      • İbnü'l Heysem'in Biyografisi


        • Modern optiğin kurucusu gözü ile bakılan İbnü'l Heysem optik bilimine matematiksel yani günümüz deyimiyle modern metotlarla yaklaşabilen ender düşünürlerden biridir. O, ele aldığı problemlere ilişkin olarak oluşturduğu çözüm önerilerini ve bu önerilerden elde ettiği sonuçları, niceliksel fizikte bugün de kabul edildiği anlamda matematiğe dayandırarak yorumlamış olmasıdır.
        Tam adı Ebü Ali el-Hasan İbnü'l-Hasan İbn'ül Heysem'dir. Orta Çağ Avrupası'nda Al-Hazen, Al Hacen veyahut Al-Haitam olarak bilinir. Basralı olmasından dolayı el-Basri, Mısır'da yaşamasından dolayı da el-Mısri olarak da anılmıştır kimi zaman. İbnü'l Heysem için zamanın bibliyografçıları tarafından Basralı mühendis olarak söz edilmekteymiş. Mısır Fatımi hanedanından halife el-Hakem'in Basralı bu mühendisin şöhretini duymasının ardından Nil nehrinin taşmasından dolayı oluşturduğu zararları önlemesi için Mısır'a çağırmıştı. Ancak bu zararları önleyemediği için hükümdarın gözünden düşmüş. Bunun üzerine ömrünün bundan sonraki kalan kısımlarında sessiz kalmayı yeğleyip, yaptığı araştırmaları yayınlamamış. Bu süre zarfı içinde Eukledis'in, Ptolemaios'un, Theodosius'un, Menelaus'un, Apollonis'in ve Galenos'un çalışmalarını incelemiş ve bu çalışmaları çoğaltarak da geçimini sağlamıştır.
        Mantık, ahlak, politika, şiir, müzik, teoloji, optik, astronomi ve matematik alanlarında yaklaşık 90 eseri mevcuttur.


        Kaynaklar
      • Modern Optiğin Kurucusu: İbn'ül Heysem,Hüseyin Gazi TOPDEMİR,AKM Yayınları - Bu yayında İbn'ül Heysem hakkında herşey detaylı incelenmiştir.
      • http://en.wikipedia.org/wiki/Ibn_al-Haytham                                                                                      


        ALINTIDIR

          Tanrı Hipotezi ve Hassas Ayar Argümanı





          1. Hassas Ayar Argümanı

          Hassas Ayar Argümanı, Evren'in oluşumu ve devamını sağlayan sabitelerin çok hassas bir dengede olduğuna dair bilimsel verilere dayanan argümandır. Evren'in oluşumu ve gelişimini sağlayan sabitelerin birçoğu "hassas" bir noktadadır. Evren'deki hassas sabiteler, birçok saygın üniversitede de akademik düzeyde ele alınmaktadır. [1] Örneğin kozmolojik sabitteki hassas ayar 10 üzeri 10 üzeri 123'te 1 olarak hesaplanmıştır.

          Bu tür ihtimaliyet hesaplamalarında ifade edilmek istenen, sabit bu değerde olmasaydı Evren'in oluşamayacağı ya da gelişimini devam ettiremeyeceğidir. Örneğin "Eğer elektron kütlesinin proton kütlesine oranı 1/1836 olmasaydı kimya yapamazdık." ifadesinde anlatılmak istenen, elektron kütlesinin proton kütlesine oranındaki 1/1836'lık bir değişimin kimya yapmamızı imkansız kılacağıdır. Hassas Ayar Argümanı'na dair yüzlerce bilimsel veri mevcuttur. Fakat bu yazının amacı Hassas Ayar Argümanı'na dair verileri sunmak değildir. Bu yazıda Evren'deki hassas sabitelerin bizi Tanrı'ya götürüp götürmeyeceği tartışılacaktır.



          2. Hassas Ayar ve Tanrı Hipotezi

          Günümüzde Evren'in ve canlılığın oluşumunda astronomik olasılıklarla ifade edilen bir "hassas ayarın" olduğu teist-ateist bütün bilim adamları ve felsefeciler tarafından kabul edilmektedir. Günümüz ateistlerinin en bilinen isimlerinden Richard Dawkins, Evren'deki hassas sabiteleri kabul etmekle beraber bu duruma bilimin çözmesi gereken bir sorun olarak bakmaktadır. Aslında Richard Dawkins, bu ifadeyle bir anlamda Hassas Ayar Argümanı'na karşı "şimdilik" Tanrı'ya inanmanın daha rasyonel olduğunu itiraf eder gibidir.

          Hassas Ayar Argümanı'na karşı en sık verilen cevaplardan biri de Çok Evren hipotezleridir. Fakat Çok Evren hipotezlerine dair en ufak bir bilimsel kanıt yoktur. Benim kabul ettiğim "Tanrı hipotezi" ise kaynağını bizzat bilimsel verilerden almaktadır. Richard Dawkins'in hassas sabitelere "bilimin çözmesi gereken bir sorun" gözüyle bakması, naturalist görüşünden kaynaklanmaktadır. Felsefi bağlamda naturalizm, her şeyin doğal nedenlerle oluştuğunu ve doğaüstü açıklamalara itibar edilmemesi gerektiğini iddia eder. Naturalizmin bilimsel olarak bir karşılığı yoktur.

          Ormanda gezintiye çıktığınızı ve aniden bir tuzağa düştüğünüzü hayal edin. Tuzaktan bir şekilde kurtuldunuz ve tuzağı inceliyorsunuz. Tuzağın yanında büyük harflerle isminiz yazıyor. Tuzak, tamamen bir kişiyi düşürmek amacıyla tasarlanmış, ağaçla bağlantıları çok hassas bir şekilde ayarlanmış ve tuzağa yaklaşan kişiyi direkt düşürecek şekilde planlanmış. Bu durumda eğer "tarafsız ve bilimsel" bir düşünceye sahipseniz, "bilinçli" bir varlığın bu tuzağı sizi düşürmek amacıyla kurduğunu düşüneceksinizdir. Bu durumda "Tuzak tamamen doğal yollarla oluşmuş olmalı, belki bazı hayvanların etkisiyle yüzyıllar içinde tuzak oluşmuştur ve tuzağın yanına da ismimdeki harfler tesadüfen doğru sırayla kazınmıştır. Orman dışı bir sebeple bu tuzağı açıklamam bilimsel olmaz." derseniz, şüphesiz gülünç duruma düşersiniz.

          Tuzak örneği Evren'imize uyarlayalım. Evren'imizin oluşumu ve gelişimi hassas sabitelere bağlı ve Evren sanki bizi bekliyormuş gibi gelişim gösteriyor. Evren'deki bütün sabiteler, canlılığı oluşturacak şekilde gelişiyor ve müthiş kompleks yapılara sahip canlılar oluşuyor. Bu düşünceye sıkça yapılan eleştirilerden biri "canlılığın oluşumunun neden önemli olduğu" iddiasıdır. Ateistler, canlılığın oluşumuyla ilgili hassas ayarı belirtmemize bir çeşit "yaşam şovenizmi" demektedirler. Bu eleştirinin temeli çürüktür. Öncelikle ifade etmek gerekir ki Hassas Ayar Argümanı, sadece canlılığın oluşumuyla ilgilenmez. Hassas Ayar Argümanı'nın birçok verisi, canlılıktan öte "Evren'in oluşumu" ile ilgilenir. Fakat ben canlılığın oluşumu ile ilgili hassas ayarlardan bahsedilmesinin "yaşam şovenizmi" olduğu iddiasına katiyyetle karşı çıkıyorum. Teizmin iddiası Tanrı'nın "canlıları yarattığı" ise, "canlılığın da oluşumu" hassas sabitelere dayanıyorsabu veriler neden teizmin iddiasını daha rasyonel yapmasın? Olaya "teistik iddia" açısından baktığımızda bir teistin canlılığın oluşumundaki hassas ayarların, iddiasını daha rasyonel yaptığını iddia etmesinde bir mahsur yoktur.  

          Tuzak örneğini aklımızda bulundurduğumuzda, Evren'deki hassas sabitelerin en "bilimsel" çözümünün "Tanrı hipotezi" olduğunu görürüz. Ateistler, "Tanrı yarattı." demenin hiçbir şeyi açıklamayacağını iddia ederler. Açıklamalar, sorulara göredir. Bilimin temeli soru sormaktır. "Evren neden bu kadar hassas bir dengede olmak zorunda?" sorusunu soran bir kişi bu soruyu "Tanrı hipotezi" ile cevaplayabilir. Tuzak örneğindeki gibi "bilinçli bir failin varlığını düşünmemiz" hiçbir şeyi açıklamadı mı? Aksine sorduğumuz sorunun en iyi cevabı ve hassas ayarın en iyi açıklaması Tanrı'dır.

          Evren'in oluşumundan canlılığın oluşumuna kadar yüzlerce hassas sabiteye teker teker sormamız gereken "Neden bu sabite bu kadar hassas bir denge olmak zorunda?" sorularının en iyi ve bütün verilerimizi birleştiren cevabı Tanrı ise neden "Tanrı Evren'i ve canlılığı tasarlamıştır." demeyelim? Bu kaçışın sebebi "naturalizm" ise naturalizm tam anlamıyla "sözde bilmsel ikiyüzlülük ve sahtekarlıktan" ibaret olmalıdır.  


          27 Kasım 2013 Çarşamba

          Ömer Hayyam ve Bilim

          Omar_hayyam
          Maalesef Ömer Hayyam günümüzde yeteri kadar tanınmamaktadır. İnsanların onun ismini duyunca akıllarına şarap gelmesi aslında üzücü bir olaydır. Ömer Hayyam bilim dünyasına bir çok önemli bilgiler kazandırmıştır. Onun için tarihteki ilk bilinen savaş karşıtı eylemci yakıştırması da yapılmaktadır. Matematik, astronomi konularında dünyanın önde gelen bilim adamlarındandır.  
          Ömer Hayyam’ın çalışmaları:
          -Sultan Celalettin Melikşah tarafından başkent Merv’e çağrılan Ömer Hayyam yeni bir takvim oluşturmak için kurulan bilim adamları heyetinin başına getirildi. O zamanlar halk arasında Ömer Hayyam takvimi bugünse Celali Takvimi olarak bilinen bu takvim her 5000 yılda bir gün hata veriyordu ve güneş yılına göre düzenlenmişti. Günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi ise her 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Bu da Hayyam’ın bilimsel düzeyinin kendi zamanının ne kadar ötesinde oluşunun açık bir göstergesidir.
          -Hayyam, aynı zamanda dünya bilim tarihi için de önemli bir yerdedir. Dünyanın ilk rasathanesini kurmuştur. Günümüzde kullanılan Miladi ve Hicri Takvimlerden çok daha hassas olan Celali Takvimi’ni hazırlamıştır. Okullarda pascal üçgeni olarak öğretilen matematik kavramı aslında Ömer Hayyam tarafından oluşturulmuştur.
          -Bugün matematikte önemli bir yer tutan, on yedinci asır Fransız matematikçisi Pierre Fermatın adına atfen, Fermat Teoreminin özel bir durumu olan x3+y3= z3 denkleminin tam sayılarla çözülemiyeceğini, büyük bir ustalıkla Fermattan beş buçuk asır önce göstermiştir. Bu konudaki çalışmaları kendinden sonra gelen matematikçiler tarafından temel kural olarak kabûl edilmiştir.
          -Cebirde ikinci dereceden denklemlerin geometrik ve cebirsel çözümleriyle, üçüncü dereceden denklemlerin geniş bir tasnifini yapmıştır. Bu tasnif, o zamâna kadar yapılmamıştı. Üç kökü pozitif olan bir üçüncü derece denkleminin üç kökünü tâyin etmiştir.
          Ömer Hayyam’ın tüm bunların yanında daha bir çok çalışması vardır. Avrupa’da bazı üniversitelerde Ömer Hayyam’ın eserlerinden faydanılmaktadır.
          Ömer Hayyam’ı araştırdıkça onun sadece şarap içen bir insan olmadığını anlayacaksınız.

          Ömer Hayyam’ı Yanlış Tanımak



          Şunu çok iyi anladım ki bizler Ömer Hayyam’ı yanlış tanıyoruz. Çoğu zaman onun ismini duyduğumuz zaman şaraptan başka birşey gelmiyor aklımıza. Onu devamlı şarap içen, keyfine düşkün…  olarak biliriz.
          Ömar-hayyam-öklitPascal üçgeni olarak bildiğimiz matematik kavramını o oluşturmuştur, günümüzde kullandığımız miladi takvimden çok daha hassas olan celali takvimini o hazırlamıştır ve daha bir çok şey. Bütün bunlar onun sadece şarap içip gününü gün eden biri olmadığının kanıtıdır.
          Ömer Hayyam’ı yanlış tanımamızın nedenlerinden biri ona ait olmayan fakat onunmuş gibi gösterilen ve kendisine ait olduğu halde yanlış tercüme edilen yüzlerce rubai(dörtlük) olmasıdır.
          İşte ona ait olduğu söylenen bir rubai:
          Camiye gittim ama Allah bilir niye
          Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.
          Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden
          O eskidi gittim yenisini yürütmeye.”
          Bu rubainin Ömer Hayyam’a  ait olması mümkün değildir. Yaşadığı dönemde “Hoccatü’l Hak” ( Tam gerçeğe ulaşmak için başvurulacak birinci belge) olarak anılan Ömer Hayyam, bu kadar ipe sapa gelmez sözler söyleyecek , hırsızlığı övecek sözler edecek biri midir?
          Yine ona ait olduğu söylenen başka bir rubai:
          “Ben ne camiye yararım, ne havraya.
          Bir başka hamur benimki, başka maya.
          Yoksul gâvur, çirkin orospu gibiyim:
          Ne din umrumda, ne cennet, ne dünya!
          Hayyam bu kadar incelikten yoksun ve çirkin sözü söylemiş olabilir mi?
          Bunların Ömer Hayam’a ait olmadığını aklı başında herkes  çok rahat bir şekilde anlayabilir. Bu gün batıda kitapları ders olarak verilen Ömer Hayyam’ı bizler daha iyi tanıyıp ona sahip çıkmalıyız.

          25 Kasım 2013 Pazartesi

          Miras Ayetlerinde Matematiksel Hata Var Diyenlere Hodri Meydan !


          Kuran-ı Kerimin Allahın sözü olduğu gerçeği gün gibi açık olduğu halde, ateistler tarafından “körü körüne ateizm” düsturu gereği Kuranda çelişki aranır. Çoğu zaman cevap verilmeyecek kadar saçma ve tutarsız olan iddiaların en çok dillendirileni Nisa Suresindeki miras ayetlerinde matematiksel hata var iddiasıdır. İddia genel olarak Türkiyede ki ateist önderlerden tarafından dillendirilmiştir. Daha sonra – sözüm ona – bu büyük buluş ateistler tarafından büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Bugün hangi ateist kitabı okusak, hangi ateist siteyi incelesek bu iddia sık sık dile getirilir. Bu kadar saçma ve akılsız bir iddiaya ateistlerin kitle halinde inanmaları gerçekten bir mucizedir. Bu Allahın bir mucizesidir. Allah Kuranda ateistlerin bu özelliğini şöyle açıklıyor: Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi / 13 ) 

          Ateist çevreler Nisa suresi 11 – 12 . ayetlerinde – altı çizili - belirtilen miras ayetlerinden yola çıkarak şunları iddia ediyor: Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir. (Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. ( Nisa Suresi / 11) Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, geride bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları) borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın)dır. Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır. (Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir'de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar. (Bu size) Allah'tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır. ( Nisa Suresi / 12) “Varsayalim ki, bir adam öldü ve geride üç kiz evlat, bir ana, bir baba ve eşini birakti.. Yukaridaki ayetlere göre miras paylaşimi şöyle olacaktir: Üç kiz evlata mirasin 2/3'ü, ana ve babanin her birine 1/6, karisina 1/8 kalacaktir. Bu durumda, matematik yapalim: (2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8 ) 27/24 1,125 bulunur! (1,0 olmasi gerekirdi) Bu sonuç oranların hatalı olduğunu göstermektedir çünkü mirasın %112,5 i mirasçılara dağıtılır. Böyle %100'ün üstünde bir dağıtım yapmak imkânsızdır. ” 


          Bu iddianın cevabına geçmeden önce şunu belirtelim; ateist önderler ve takipçileri matematik bilmeyebilirler. Bu gayet doğaldır. Herkes matematik bilecek diye bir kural yoktur. Fakat bu kişiler hiçbirşey bilmiyorlarsa bile kendi kendilerine şu soruyu sormaları gerekmezmiydi. “Madem ortada bir matematiksel hata var neden doğrusunu yazmıyoruz?” Her matematiksel hatanın bir doğrusu, bir düzeltmesi vardır. Öyleyken ateistler ayetteki – kendince hatalı - kesirlerin yerine doğrularını yazsaydı olay tümden çözülür böylece Kurandada bir hata ve çelişki bulunmuş olurdu. 

          Fakat bizde defaten ateistlere ayetlerde matematiksel hata varsa doğrusunu yazın 50.000 ytl ödül ve ateist olma garantisi verelim dediğimiz halde buna yanaşan olmamıştır. Buna cesaret edememeleri çok doğaldır çünkü ayetlerde matematiksel hata yoktur. İlkokulda matematik dersinde az çok kesirler konusunu görmüş bir kişi bilir ki 2 den fazla kesrin her kombinasyonda toplamında 1 i vermesi imkansızdır. Örneğin 4 adet kesirin toplamında 1 i verdiğini düşünelim. Bir başka toplama işlemine bu kesirlerden herhangi biri katılmazsa sonuç 1 den eksik çıkar. Yine 4 kesirden 3 ünün toplamı 1 i verse 4. kesirin toplama işlemine katılması halinde sonuç doğal olarak 1 den yüksek çıkacaktır. Ateistlerin örneği üzerinden hareket edersek, bu kişiler hata bulduğunu vehmettiği kesirlerin toplamını 1 olacak şekilde değiştirse, bu seferde aynı örnekte annesi ölmüş bir kişinin mirasında 1/6 oranında eksik çıkacaktır. Sonuç olarak matematiksel hata sandığı kesirlerin yerine hangisini koyarsa koysun, kaç sene uğraşırsa uğraşsın sonuç değişmiyecektir. Çünkü ayetlerde ne matematiksel bir hata vardır nede hataya yol açabilecek matematiksel bir önerme vardır. Hata sandıkları paydaları eşitleyerek 1 e ( Bütüne ) ulaşma yöntemi ise matematiğin bizzat kendisidir. 

          Ateist önderlere ve o ne derse ona inanmaya hazır takipçilerine tavsiyemiz en kısa zamanda bir ortaokul matematik kitabı edinmeleri ve kesirler konusunu öğrenmeleridir. 






          Kuran-ı Kerim'in Allah Sözü Olduğunun Delilleri




          Kuran-ı Kerim; bir insan tarafından yazılamayacağının ve sonsuz ilim sahibi Allahın sözleri olduğunun onlarca net kanıtlarıyla doludur. Bu kanıtlardan sadece bir tanesi bile Kuranın insan sözü olamayacağını net bir biçimde göstermektedir. Bu bölümde bu apaçık kanıtları inceleyip Kuran’ın Allah sözü olduğu gerçeğini net bir şekilde bir kez daha görmüş olacağız.
            Bilindiği gibi insanın bilgisi, öngörüsü ve becerisi sınırlıdır. Ayrıca her insanın kendine ait zaafları vardır. Bu nedenle bir kitabın her türlü zaaftan münezzeh, sonsuz ilim sahibi Allahtan tarafından mı yoksa bir insan tarafından mı yazıldığı açıkça belli olur.
            Özetle bir kitabın İlahi kitap olduğunun belli olması için o dönemde herhangi bir insan tarafından yazılamayacak bilgilerle dolu olması gerekir. İşte Kuran-ı Kerim böyle birçok örnekle doludur:


          KURAN VE ASTRONOMİ
           EVREN’İN GENİŞLEMESİ

          Bilindiği gibi 20. Yüzyılda ulaştığımız bilgiler bize Evrenin büyük bir patlamayla oluştuğu ( Big – Bang ) ve bu patlama neticesinde halen genişlediğini göstermektedir. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, evrenin genişlediğini teorik olarak hesapladılar. 1929 yılında Amerikalı Astronom Edwin HUBBLE dev teleskopuyla gökyüzünü incelerken yıldızların ve galaksilerin birbirinden uzaklaştığını gözlemledi. Bu evrenin sürekli genişlediğinin en açık bir göstergesiydi. Edwin HUBBLE ‘ın bu gözlemi halen astronominin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hatta 20.yüzyılın en büyük bilim adamlarından Einstein bu sonuca matematiksel olarak ulaştığı halde dönemin “sabit evren modeline” ters düşmemek adına bunu dile getirmediğini belirtir ve daha sonra bunu “kariyerinin en büyük hatası” olarak yorumlar
            Evrenin genişlediği bilgisi bundan 1400 sene önce, hiçbir insan tarafından bilinmediği bir dönemde Kuranda şöyle bildirilmiştir:

           Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi / 47 )
            Hz. Peygamberin bulunduğu dönemde Arabistan da Astronomi bilimi o kadar geriydi ki gökyüzünün direkler üzerinde durduğu inanılıyordu. Dev teleskopların olmadığı bir dönemde Hz. Peygamberin bu bilgiyi gözlem yoluyla elde edemeyeceği gayet açıktır.

           GÖKLERİN VE YERİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI:

          Big – Bang teorisinin gösterdiği gerçeklerden biride evrenin oluşmaya başladığı ilk anlarında tek bir nokta halinde olduğudur. Evrendeki bütün madde de tek bir noktada toplanmıştı. Daha sonra patlamanın devam eden etkisiyle bu nokta genişlemeye devam etmiş ve evren oluşmaya başlamıştır.
            Yine bu gerçek Kuran-ı Kerimde 1400 sene önce şöyle bildirilmiştir:

          O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? ( Enbiya Suresi / 30 )
          Açıktır ki Hz. Peygamberin o dönemde böyle bir bilgiye ulaşması imkânsızdır. Ona bu bilgiyi ancak ve ancak evreni yoktan yaratan güç verebilir.

           GÜNEŞİN VE AYIN YÖRÜNGE FARKLILIĞI:

            Günümüzde insanların astronomi bilgisi lisede öğrendikleriyle sınırlı olduğu için kimi insanlar, Güneşin yerinde sabit durduğunu ve gezegenlerin onun etrafında döndüğünü sanırlar. Gezegenlerin Güneş etrafında döndüğü doğrudur fakat Güneşin sabit olduğu doğru değildir. Güneşinde peşinde gezegenleri de götürdüğü bir yörüngesi vardır.
          İşin ilginç yanı Güneşin ve Ayın Dünya etrafında döndüğü kanaatinin yaygın olduğu bir devirde Kuranı Kerim Ayın ve Güneşin yörüngeleri tarif ederken ikisinin yörüngesinin çok farklı olduğuna dikkat çeker.
          Ayın Yörüngesi için şu ifadeler kullanılır:

           Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). ( Yasin Suresi / 39 )

           Ayetteki ifade de Ayın bir takım uğrak yerlerinde dönüp durduğu anlatılmaktadır. Dolayısıyla Ayın dairesel ( ekliptik ) yörüngesine dikkat çekilmektedir. Zira Ay bu uğrak yerlerinden dışarı çıkamamakta, bu yörüngede dönüp durmaktadır.
           Fakat Güneşin yörüngesi için kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Güneşin Yörüngesi için kullanılan ifade ise şöyledir:

           Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra ( karar yerine ) doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. ( Yasin Suresi / 38 )

          Görüldüğü gibi ayette Güneşin Aydan farklı olarak “ uğrak yerlerinde ” dönüp durmadığı, kendisi için belirlenmiş “ bir karar yerine doğru akıp gittiği ” belirtilmektedir. Ayette kullanılan karar yerine doğru ifadesi dikkat çekicidir. Güneş hangi karar yerine doğru akıp gitmektedir? Bu karar yerine vardığında Güneş nasıl karar kılacaktır?
           Günümüz astronomisi Güneşin yörüngesini değiştirdiğini bir kara deliğin çekimine girdiğini belirtmektedir. Bu yüzden Güneşin yörüngesi  “Güneşin batacağı yer” anlamına gelen Solar Apex olarak adlandırılır. Astronomlara göre Güneş bu kara deliğin çekimine girdiği için bir zaman sonra kara deliğe ulaştığında kara delik tarafından yutulacak ve Güneş yok olacaktır. Ayette belirtilen karar yeri de bu kara deliktir. Kuran Güneşin karar kılacağı yere doğru akıp gittiğini haber vererek 1400 yıl önce hiçbir insanın bilemeyeceği bir bilgiyi bizlere haber vermiştir.
           Eğer bu ayetleri bir insan yazmış olsaydı dönemin “ Dünya merkezli” bilim anlayışı gereği Güneşin yörüngesine de Ayın yörüngesi için kullandığı “ bir takım uğrak yerleri” tabirini kullanır, Güneşin karar kılacağı yere doğru akıp gittiğini söyleyemezdi.


           KURAN VE COĞRAFYA:
            DAĞLARIN HAREKETİ:

            İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred WAGNER isimli Alman bir bilim adamı tarafından başlangıçta kıtaların bir bütün halinde olduğu teorisi ortaya atıldı. Teoriye göre zaman içinde yeryüzünde meydana gelen hareket sonucu kıtaların birbirinden ayrılmış ve sürüklenmeye başlamıştır. Wagner’in bu teorisinin doğruluğu ancak ölümünden 50 yıl sonra anlaşıldı. Bugün bilim adamları kıtaların sürüklendiğini ve bu hareketin yılda 1 ile 5 cm arasında değiştiğini belirtmektedirler.
           Bu gerçek Kuranda 1400 sene önce şöyle bildirilmiştir:

           Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdârdır. ( Neml Suresi / 88 )

           Aynen ayette bildirildiği gibi dağlar ne kadar sabit ve yüzyıllardır aynı yerinde gibi gözükse de yüzyıllar alan bir süreç içinde onlarda bulutlar gibi sürüklenirler. Bu hareket yılda 1 – 5 cm arasında olduğu için insanlar bunun farkına varamazlar ve dağları “donmuş ve sabit sanırlar”. Ancak bundan 200 milyon sene önceye gidilip hızlandırarak bir şekilde kıtaların hareketi izlense bir bulut gibi parçalanarak hareket ettikleri görülebilir.
           Ayette kullanılan sürüklenme ifadesi dikkat çekicidir. Nitekim bilim adamlarının da kullandığı tabir budur. İngilizce ‘’continental drift’’ olarak adlandırılan bu hareketin Türkçe çevirisi ‘’kıtasal sürüklenme’’dir.


           DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ:

            Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı.  ‘’Dünyanın en alçak yerinde’’. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. ( Rum Suresi / 1 – 2 – 3 )

          Ayette kast edilen yenilgi, Rumların ( Bizans ) 613 -614 yıllarında Persler ( İran ) karşısında aldıkları askeri mağlubiyetlerdir. Ayette dikkat çeken ifade bu olayın Dünyanın en alçak yerinde olduğudur. Gerçektende Rumların yenilgiye uğradığı yerlerden biriside Lut Gölü havzasıdır ve bu havza Dünyanın rakımı en düşük yeridir.
           Ancak Lut Gölü havzasının Dünyanın en alçak yeri olduğu teknolojik cihazlarla tespit edilebilmiştir. Bu bilginin 1400 sene önce öğrenilmesi imkânsızdır. Ayrıca Amerikanın bile keşfedilmediği bir devirde bu ifade oldukçada iddialıdır.


           KURAN VE TARİH:
            

          KURANIN MEYDAN OKUYUŞU: HAMAN !


            Haman diğer kutsal kitaplarda da adı geçen tarihi bir şahsiyettir. Haman Tevratta Babil Kralının Yahudilere zulmeden Veziri olarak geçmektedir. Kuranda ise Haman Babil hükümdarlığından 1100 sene önce yaşamış Firavunun yardımcısı olarak geçmektedir.
          Kuranın, Tevrattan kopya edilerek yazıldığını iddia eden bazı çevreler, Hz. Peygamberin Haman konusunda yanlış kopya çektiğini dolayısıyla rezil olduğunu söylemişlerdir. Ülkemizdeki ateistler Hamanı Firavunun yardımcısı olarak gösteren Kuran’ın bilimsel anlamda çöktüğünü çünkü Hamanın ondan 1100 sene sonra yaşamış Babil Kralının yardımcısı olduğunu yazdılar.
          Bundan yaklaşık 200 sene önce Mısırda bulunan bazı tabletler tartışmayı sonlandırmıştır. Tabletlerin deşifresi Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarihçi tarafından yapılmıştır. Tabletlerde gerçektende Hamandan söz edilmektedir. Hamanın Firavuna yakın bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.
          Tabletlerin tam olarak çözümüyle birlikte Hamanın Firavunun hükümdarlığında “Taş ocaklarında çalışanların başı olduğu anlaşıldı.” Bu Kuranda ki Haman adlı kişiyle tamamen örtüşüyordu. Zira Kuranda Haman isminin geçtiği bir ayette Firavun ona şöyle seslenir:

          Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." ( Kasas Suresi / 38 )

          Görüldüğü gibi ayette de Firavun Haman’dan çamurun üstünde ateş yakıp elde ettiği çamurdan taşla kule inşa etmesini istemektedir.
          Burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır. Hiyeroglif yazının en son kullanıldığı tarih M.S. 394 ait bir kitabedir. Bundan sonra uzun yıllar emek verilerek ancak öğrenilebilen bu zor alfabe unutulmuş, bu yazıyı okuyup anlayabilen kimse kalmamıştır. Kuranın 610 yılından itibaren inmeye başladığı göz önünde bulundurulursa Hz. Peygamberin 200 yılı aşkın bir zaman önce tedavülden kalkmış bu dili ve alfabesini bilmesi mümkün değildir.
          Bu durumda kendisinden yaklaşık 2000 sene önce yaşamış bir tarihi şahsiyeti, mesleğine varıncaya kadar Ona kim bildirmiştir? Hem de önündeki tek kaynak olan Tevrat’a muhalefet ettirerek.
          Artık Ateistlerin ve Kuranı Allah sözü olarak kabul etmeyenlerin bütün yolları kapanmıştır. Zamanında yanlış diyerek dalga geçtikleri bilgi, doğru çıktığı gibi Kuranın Allahın sözü olduğunu inkâr edenleri her konuda susturan bir delil olmuştur.


           KURANDA FİRAVUN KELİMESİ:

            Kuranı Kerimde Hz. Yusuf’un köle olarak satılmasından sonra Mısır’a gidişinden bahsedilir. Burada dikkat çeken Mısırın devlet başkanı için “Melik” kelimesinin kullanılmasıdır. Çünkü Hz. Yusufun torunlarından olan Hz. Musa nın kıssasında hep “Firavun” olarak adlandırılan Mısır devlet başkanı burada “Melik” olarak geçmektedir. Bu detaydaki farklılık hiç kimsenin bilmediği bir mucizeyi ortaya çıarkmıştır.
           Tarihi kaynaklar göstermiştir ki Milattan Önce 14. yüzyılda bir yönetim değişikliği olmuş Mısır hükümdarları Firavun olarak adlandırılmaya başlamıştır. Hz. Yusuf ise bu yönetim değişikliğinden en az 200 sene önce doğmuştur.
           Hiyeroglif yazının 19. yüzyıl başlarına kadar çözülemediğini tekrar hatırlatırsak, Hz. Peygamber bu ince detayın bile farkına varacak bilgiyi nerden almıştır? Açıktır ki Kuranın bir insan tarafından yazılması imkânsızdır.


           KURAN VE EMBRİYOLOJİ:
            

          ANNE KARNINDAKİ 3 KARANLIK EVRE:
            Günümüzde modern embriyoloji, insanın anne karnındaki oluşumunun 3 farklı evrede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Basic Human Embryology (Temel İnsan Embriyolojisi) isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifade edilmektedir:
          Rahimdeki hayat 3 EVREDEN oluşur; preembriyonik (ilk 2,5 hafta), embriyonik (8. haftan›n sonuna kadar) ve fetal (8. haftadan doğuma kadar).
          Bu gerçek yüce kitabımız Kuran-ı Kerimde şöyle ifade edilmektedir:

           …Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz? ( Zümer Suresi / 6 ) 

           Ultrason cihazları gibi teknolojik malzemelerin olmadığı bir dönemde Hz. Peygamberin böyle bir bilgiye ulaşması mümkün değildir. Nitekim ne çağdaşları nede 20. yüzyıla kadar gelen biyologlar bunun farkına varamamışlardır.


          KURAN VE MATEMATİK:


           Kuranı Kerimin mucizelerinden biride matematiksel mucizeleridir. Örneğin bazı kelimelerin Kuranda tekrar edilme sayıları müthiş bir uyum göstermektedir. Bu kelimelerin Kurandaki tekrar sayıları şu şekildedir:

          GÜN                         365 kere
          GÜNLER                   30 kere
          AY                             12 kere

          BİTKİ                        26 kere                 
          AĞAÇ                       26 kere

          DE                             332 kere
          DEDİLER                  332 kere

          DÜNYA                    115 kere
          AHİRET                    115 kere

          ŞEYTAN                   88 kere
          MELEK                     88 kere

          İMAN                        25 kere
          KÜFÜR                     25 kere

          ZEKAT                      32 kere
          BEREKET                 32 kere

          İyiler (ebrar) 6 kere tekrarlanırken, kötüler (fuccar) kelimesi ise tam yarısı kadar yani 3 kere geçer.

          İYİLER                      6 kere
          KÖTÜLER                3 kere

          ŞARAP                      6 kere
          SARHOŞLUK           6 kere

          AKLETMEK             49 kere
          NUR                           49 kere

          DİL                            25 kere
          VAAZ                        25 kere

          YARAR                     50 kere
          BOZMA                    50 kere

          SEVGİ                       83 kere
          İTAAT                       83 kere

          ECİR                          107 kere
          FAİL                          107 kere

          DÖNÜŞ                     28 kere
          SONSUZ                   28 kere

          MUSİBET                  75 kere
          ŞÜKÜR                     75 kere

          DOĞRUYA İLETEN           79 kere
          RAHMET                            79 kere

          SIKINTI                    13 kere
          HUZUR                     13 kere

          Kadın” ve “erkek” kelimelerinin tekrar sayısı da aynıdır: 23
          Kadın-erkek kelimelerinin Kuran’da tekrar sayısı olan 23, aynı zamanda insan embriyosunun oluşumunda yumurta ve spermden gelen kromozom sayısıdır. İnsanın kromozom sayısı da anne ve babadan gelen 23’er kromozomun toplamı olarak 46’dır.

          KADIN                                  23 kere
          ERKEK                                 23 kere
           “İnsan” kelimesi Kuran’da 65 kere geçer; insanın yaratılış safhalarının sayısının toplamı da aynıdır:
           İNSAN                                  65 kere
          TOPRAK                               17 kere
          NUTFE                                  12 kere
          EMBRİYO                             6 kere
          BİR ÇİĞNEMLİK ET            3 kere
          KEMİK                                  15 kere
          ET                                           12 kere
          TOPLAM                               65 kere
           
          Görüldüğü üzere Kuran-ı Kerimde matematiksel olarakta müthiş bir uyum vardır. Bunun üzerine Kuran-ı Kerimin parça parça, kimi zaman sorulan bir soru üzerine, kimi zamanda savaş meydanlarında indiğini düşünürsek bu kelimelerin adetini bilinçli olarak hesaplamanın mümkün olmadığı görülecektir.

          KURAN VE EDEBİYAT:
            Kuranın mucizeleri sadece bilimsel alanda gerçekleşmemektedir. Kuran edebi üslubuyla da diğer bütün kitaplardan ayrılır. Örneğin Kuranı ne şiir veyahut ne de düzyazı olarak tanımlayabiliriz. Kendine has, beşeri bir örneği olmayan üsluba sahiptir. İndiği dönemde de Arapların 14 şiir kalıbının hiçbirine uygun değildir.
            Bilindiği gibi gelmiş geçmiş bütün edebiyat dâhileri zamanında başka yazarlardan etkilenmişlerdir. Hatta ilk eserlerinde etkilendikleri yazarın üslubu tamamen hâkimdir. Bu noktada Kuran Hz. Peygamber tarafından yazılmışsa neden etkilendiği hiçbir şair ya da yazar olmamıştır. Neden bunu iddia edebilen bir kişi bile çıkmamıştır? Üstelik Peygamber efendimiz daha önce yazı yazmış biri değildi. Kuranı O yazdıysa ilk eserinde muhakkak birisinden etkilenmesi gerekirdi.
           Bir diğer nokta Kuranın dönemin Arabistan’ında olmasına rağmen o zamanki kafiye sistemlerinden hiçbiri Kuranda yer almamaktadır.
           Yine Kuranın bir diğer üslup özelliği ise Kuranın yarısının tek bir harfle, “Nun” harfiyle kafiyelenmiş oluşudur. Aynı uzunluktaki hiçbir metnin yarısını tek harfle kafiyelenmemiştir

          SONUÇ:

          Buraya kadar öğrendiklerimiz bize çok açık bir mesaj vermektedir. Kuran; Evrenin ilk anlarındaki halinide, insanın anne karnındaki evrelerinide, Güneşin yörüngesinin sonunuda, binyıllar önce yaşanan siyasi değişimleride, dağların milyonlarca yıllık hareketinide bilen Sonsuz ilim sahibi Allah tarafından indirilmiştir.