14 Ekim 2013 Pazartesi

Olmazsa Olmazlarımız ve Sahip Olduğumuz Gerçek Değerler (1)




İnsanlar çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.Ne var ki sonra çocukluklarını özlerler. Para kazanmak içinsağlıklarını yitirirler. Sonra sağlıklarını geri almak için depara öderler. Yarınlarından endişe ederken, bugünü unuturlar.Sonuçta ne bugünü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmişgibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…
Platon

Yunanlı filozof Sokrates’e neden hiç üzülmediğini sormuşlar. O da “Çünkü ben kaybedince üzüleceğim şeyler edinmiyorum” diye cevap vermiş. İnsanoğlunun sahip olduğu gerçek değerler maddi karşılıklar ile ölçülemeyecek oranda mükemmellikler barındırır kendi içinde.Üstelik tüm bu değerler biz onları hak edecek bir şey yapmamamıza rağmen Allah tarafından bizlere hediye edilmiştir, dünyaya gelişimizle birlikte.

İman, ahlak, sağlık, huzur, mutluluk… Bu kavramların hangisi satın alınabilir maddi bir değer ile? Ya da maddi şeylerin hangisine gerçek anlamda sahip olabiliriz? Maddenin bize sağlamış olduğu geçici zevk ve mutluluklar ne oranda ve ne zamana kadar bizi tatmin edebilir? Allah’a iman etmek, sığınmak, dayanmak ve güvenmek kadar insana kendini iyi hissettirecek hangi duygu vardır? Ya da onun vermiş olduğu sayısız nimetin karşılığında kulluğunu ifade edebilmek için yerine getirdiği gönülden yapılan bir ibadetin sağladığı huzuru. 

Başka hangi duygu yaratılan tüm güzelliklere Allah’ın sanatı gözüyle bakarak tüm bu güzelliklerden manevi bir haz ve mutluluk duymayı, hayatı anlamlı kılmayı ya da varlık amacımızın farkında olarak hayra ve barışa yönelik işler yapmayı sağlayabilir? Hangi duygu insana karşılık beklemeden yardım etmeyi, iyilik yapmayı ve en zor durumlarda bile aklıselim davranmayı gerektirebilir? Hangi duygu ölüme tebessüm ettirerek hoş geldin dedirtebilir? Ölümü, Allah’a kavuşma bilip, düğün gecesi sayabilir.

Maddi şeylere o kadar çok değer biçmişiz ki önce onları elde etmek için heba oluyoruz; elde ettikten sonra da onları kaybetmemek için. Sahip olduklarını yitirme korkusundan dert sahibi olan pek çok insan vardır. Aman ya bunlardan mahrum kalırsam, ya rahatım lüksüm kaçarsa endişesiyle korkulara kapılıp, üzüntülere boğulan. Oysaki farkında olmadığımız ancak maddi hiçbir değer ile kıyas edilemeyecek sayısız güzellik ve özelliğe sahibiz.

Ünlü İslam filozofu Kindî’ye göre üzüntü sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır. Oysaki filozofumuza göre hiç kimsenin bütün isteklerini elde etmesi mümkün olmadığı gibi sevdiği her şeyi sonuna kadar elde tutması da mümkün değildir. Bunun nedeni içinde bulunduğumuz oluş ve bozuluş dünyasında değişmezlik ve sürekliliğin olmamasıdır. Oysa akıl ve gönül âlemine ait olan şeyler için değişmezlik ve süreklilik söz konusu edilebilir.

Öyleyse sevdiklerimizi yitirmemek ve isteklerimize ulaşmak istiyorsak akıl âlemini gözetmeli; seveceğimizi, elde edeceğimizi ve isteklerimizi oradan beklemeliyiz. Böyle yapıldığında hiç kimse bizim edindiğimiz değerleri gasbedemeyeceği gibi, sevdiğimiz akli değerleri yitirmemiz de söz konusu edilemez.

Zira bu değerler tehlikelere maruz kalmaz ve ölmezler. Bir başkasının bunlara talip olması bizim onlara sahip olmamızı engellemez. Akli kavramlar ortadan kalkmayan yani sürekli idrak olunan şeylerdir. Duyular ile elde edilen haz ve istekler ise herkes tarafından ulaşılabilecek gelip geçici nesnelerdir. Bu sebeple onları korumak, bozulma, değişme ve ortadan kalkmalarını önlemek imkânsızdır.

Bu yüzden gelip geçici şeyleri arzulayan, edindiği ve sevdiği şeylerin bu türden olmasını isteyen kimse mutsuz olur. Sahip olduğumuz iman, ahlak, iyilik ve erdem gibi değerlerimizi biz istemedikten sonra kim bizden alabilir? Ya da bir başkasının da bunlara sahip olması bizim onlardan mahrum kalmamızı gerektirir mi? Gerçek zenginlik insanın iç dünyasında sahip olduğu değerler değil midir? Başka hangi maddi şey insanı tam anlamıyla tatmin edip gerçek manada huzur ve mutluluk getirebilir?

Sahip Olduğumuz Gerçek Değerlerin Ne Kadar Farkındayız?

Hayatımızın merkezine koyduğumuz ve bizim için vazgeçilmez olduğunu sandığımız o kadar çok şey var ki. Nasıl oluyor da önemsiz ve küçücük şeyler gözlerimizde devleşirken olağan üstü sayısız oluşum ve mükemmellik küçülüp önemsizleşebiliyor. Örneğin bilgisayarda yazı yazarken bu işlevin nasıl gerçekleştiğini düşünelim. Düşünen aklımız, gören gözlerimiz, tuşlara dokunan ellerimiz, elimizin altındaki bu bilgisayar ve aynı anda bir sürü kasımızın hareket etmesi. Görüldüğü gibi çok basit bir yazı yazma işleminde bile birbirine bağlı sayısız mükemmellik bir araya gelmekte ve biz farkında olmadan harika bir uyum içinde bir bütünü meydana getirmektedirler.  

Sizce Dünyanın Yedi Harikası Nedir?

Dünyanın yedi harikasının ne olduğu sorulsa bize herhalde pek çok kişi tarafından benimsenen harikaları saymaya başlarız hemen. Mısır Piramitleri, Çin Seddi, Tac Mahal… Belki hiçbirini hayatımız boyunca bir kez olsun yakından görmemişizdir. Ama çok da fark etmez aslında görüp görmememiz zira herkesçe benimsenen harikalardır bunlar. Biri çıkıp “Bence dünyanın yedi harikası: Bedenimizin kontrol merkezi beynimiz, görebilen gözlerimiz, işitebilen kulaklarımız, dokunabilen ellerimiz, hareket eden ayaklarımız, konuşabilmemizi ve tat almamızı sağlayan dilimiz, vücudumuza kan pompalayan kalbimiz.” dese herhalde şaşırırdı çoğu kimse. Oysaki dünyanın gerçek harikaları çoğu zaman önemsizleştirdiğimiz ama her biri birbirinden değerli mükemmelliklerimizdir.

Vücudumuzdaki en hareketli kaslarımızın göz kaslarımız olduğunu ve bir günde ortalama yüz bin defa kasıldıklarını biliyor musunuz? İçinde bulunduğumuz ruh halini büyük oranda ifade edebilecek biçimde yüzümüzün ne kadar fazla şekil alabildiğini görüyoruz. Bu ifadeler için aynı anda kaç tane kasımızın hareket ettiğini düşündünüz mü hiç? Ya sadece göz, kaş, burun, ağız, kulak ve bir çehreden oluşmasına rağmen nasıl olup da benzerlikler olsa da hiç kimsenin birbirinin aynısı olmadığını? Milyarlarca insan. Nasıl bir sanattır bu? Tıpkı yeryüzüne düşen her kar tanesinin insanı hayran bırakan desen ve şekilleriyle birbirinden farklı yaratılması gibi, insanlar da farklıdır birbirlerinden. Ya birbirinin aynısı olsaydı pek çok insan. Nasıl ayırt ederdik birbirlerinden hiç düşündünüz mü? 

Vücudumuzda yaklaşık olarak 206 adet kemik ve bunların birbiriyle olan ilişkisinden ortaya çıkan 70’ten fazla hareketli eklem olduğu bilinmektedir. Bu eklemlerden belki de en karmaşık ve benzersiz olanının çene eklemi olduğu söylenebilir. Yapısının mükemmelliğinin yanında uykumuzda dahi çalışmaya devam ederek neredeyse 24 saat boyunca işleyen bir mekanizma gibidir. Çenemizin öne-arkaya-sağa ve sola doğru hareket edebilmesi çok mu normal bir şey? Yediğimiz şeyleri öğütmede bize ne kadar yardımcı olduğunun farkında mıyız? Ya da konuşurken kelimelerin doğru bir şekilde telaffuz edilmesindeki rolünün.

Dil kaslarımızın sahip olduğu fonksiyonlar sayesinde konuşmuyor muyuz? Yiyecekleri çiğnememize ve yutmamıza yardımcı olmuyor mu dilimiz? Tat almıyor muyuz dilimiz sayesinde? Alt tarafı bir et parçası gibi görünse de kaslara ve tat alma hücrelerine sahip olması çok mu normal? Elimiz de bir et parçası gibi ama elimizle tuttuğumuz bir yiyeceği ağzımıza götürmeden tadını almamız mümkün değildir. Dilimizin ucu “tatlı”, ucunun hemen arkası “tuzlu”, yanları “ekşi”, arkası ise “acı” tatları hisseden algılayıcılara sahiptir. Bir et parçasının bu gibi bir hassasiyet ile özelliklere sahip olması çok mu normaldir ya da bu özellikleri kendiliğinden mi kazanmıştır? Tat almadan yemek yemenin ne kadar zevksiz bir şey olacağını hiç düşündünüz mü? Ya da burnumuz sayesinde aldığımız kokuları alamıyor olsaydık, hiç koku alamamanın hoşumuza giden pek çok şeyi ne kadar anlamsız kılacağını?

Birkaç dakikalık zaman zarfı içinde yaklaşık kırk bin deri hücremizin öldüğünün ve yerine yenilerinin yaratıldığının farkında mısınız? Vücudumuzu saran, bizi dış etkilerden muhafaza eden, ısı dengemizi sağlarken aynı zamanda dokunma, acı ve zevk hissimizi veren derimiz, üzerimize tam olan doğal bir elbise değil midir bizim için? Derimiz tamamen ya da kısmen soyulsa ne kadar çirkin görüneceğimizde herhangi bir şüphe var mı? Bir pantolon paçası ya da gömlek kolunun uzun olması gibi ayakuçlarımızdan veya el parmaklarımızdan sarkarak yerlerde sürünse nasıl kötü görüneceğine itirazı olan biri?

Tek bir DNA molekülümüzde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını (ortalama 1000 kitap) dolduracak miktarda bilgi bulunduğunu yani her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilginin kodlanmış olduğunu düşünen biri var mı? Vücudumuzdaki trilyonlarca hücrede bulunan DNA’nın toplam uzunluğunun tahminen 75 milyar kilometreye tekabül ettiğini ve bu mesafe ile Dünya’nın etrafında ekvatordan itibaren 1 milyar 875 bin defa dönülebileceğinin ya da Dünya ile Güneş arasında 250 defa gidip gelecek bir hat oluşturabileceğinizin farkında mısınız?

Vücudumuzu saran damarlarımızın uç uca eklendiğinde ortalama 160.000 km uzunluğa ulaşacağını ve bu mesafe ile Dünya’nın etrafını tam dört defa dolaşabileceğinizi biliyor musunuz? Günde ortalama 100 bin defa atan insan kalbinin, 10 tonluk tankeri dolduracak miktardaki kanı damarlara pompaladığının farkında mısınız? Bu miktardaki kan, devir daim ile kalbe gelip atılmakta ve bir gün boyunca 10 tonu bulan bir pompalama gerçekleşmektedir. Ya anne karnındaki varlığımızdan ortalama bir ömür yaşayıp ölene kadar 2.5 milyar defa kalbimizin attığını hiç düşündünüz mü? Yine kalbimizin 24 saat içinde sarf ettiği enerjinin ortalama bir insanı 1500 metre yüksekliğe kaldırabilecek bir güce karşılık geldiğini biliyor musunuz? 

Doğal olarak bizim için önemsiz görülen tırnaklarımızı kesip attığımızda onların nasıl olup da tekrar çıktıklarını düşünmeyiz çoğu zaman. Ama tek bir parmağımızı kapıya sıkıştırıp bırakın parmağımızı kaybetmeyi örneğin bir tırnağımızı düşürdüğümüzü hayal edelim. Tek bir tırnağımızın eksikliği bile elimizin yeterince çirkin görünmesine neden olacaktır. Bunların ve daha pek çoğunun ne kadar farkındayız? Anlayamadığımız ya da kavrayamadığımız pek çok şey var hayatımızın içinde. 

Belki de dünyevi manada en büyük zenginliğimiz sağlığımızdır. Ama kaçımız sağlığımızın kıymetini biliriz? Çoğu zaman maddi şeylerin derdine düşmekten sağlığımızdan oluruz. Yeniden kazanmak için de peşinde koştuğumuz parayı pulu sarf ederiz. Gözü ele alalım örneğin. İnsan gözü ne de harika bir organdır. Bir an olsun yokluğunu düşünmek insan için en korkunç kâbuslardan daha ürkütücü gelmez mi? Peki etrafımıza bakıp canım ne olacak yani milyarlarca insanda olan bir şey zaten demek, bu mükemmelliği küçümsemek ve doğal kabul etmek onun mükemmelliğini ortadan kaldırır mı? Ya da sahip olduğumuz benzeri pek çok özelliğin yeterince takdir edilmemesi bunların önemsiz olduğunun göstergesi midir? 

Yeni model bir cep telefonunun kamerasındaki görüntünün netliğine veya resim çekebilme kabiliyetine hayran kalan, yeni nesil yüksek çözünürlüğe ya da üç boyutlu gösterim kabiliyetine sahip bir televizyonun dizi ve filmleri gerçeğe o denli yakın göstermesi karşısında hayrete düşen insan, sahip olduğu gözün görme kabiliyetini ve birkaç saniye içinde onlarca resim çektiğini bir kez olsun düşünmemektedir. Ya da bir fotoğraf makinesiyle resim çekerken netlik ayarı yapan kişi kendi gözleriyle gördüğü nesneler için herhangi bir netlik ayarı yapmıyor olmasına şaşırmaz. Baktığımız ya da odaklandığımız nesneleri net bir şekilde görebilmek için kafamızın yanında bir ayar düğmesinin olmaması ve her defasında gözümüzün otomatikman görüntüleri netleştirmesi çok mu normaldir? Şayet baktığımız her şeyi başımızın yanındaki bir düğme yardımıyla sağa sola ya da yukarı aşağıya çevirmek suretiyle ayarlamamız gerekseydi bunun ne kadar çok zaman alacağı ve hayatı yavaşlatacağı konusunda herhangi bir şüphe var mı? İnsan bu gibi olağanüstülüklere şaşırmaz. Neden? Çünkü bunlar doğuştan sahip olunan özelliklerdir ve sağlıklı gözlere sahip insanların tamamı bu şekilde bir gereksinim duymadan görebilmektedirler. 

Allah odur ki; sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller oluşturdu. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!Müminun Suresi Ayet 78

0 yorum:

Yorum Gönder