17 Haziran 2014 Salı

Doğalcılığın Bilime Getirdiği Sınırlamalar





ÖN SÖZ

Özellikle geçen yüzyılda popülerleşen bir iddiaya göre bilim ve din birbirine düşman iki 
dünya görüşüdür. Bu iddia yaşadığımız yüzyılda Dawkins başta olmak üzere çeşitli biyologlar tarafından daha da körüklenmiştir. Bu kişilere göre bilim, Tanrı’yı devre dışı bırakmış, gereksiz bir hipotez haline getirmiştir. Onlar Tanrı’yı gereksiz görmekle kalmaz, dinlerin bilime tehdit oluşturdukları gerekçesi ile yok edilmesi gerektiğini savunurlar. Bu görüşü savunanlar, doğa ve fizik yasaları dışında bir varlık ya da gerçeklik olduğunu reddederler ki bu “doğalcılık” olarak bilinen dünya görüşüdür. 
Felsefeye aşina olmayan insanların yaptığı hata -ki bilimle dinin çatıştığını savunan çoğu kişi bu hataya düşmektedir- doğalcılıkla bilimi birbirine karıştırmaktır. Doğa ve fizik yasaları dışında hiçbir gerçeklik olmadığı iddiası, en az dinî iddialar kadar metafiziksel bir iddiadır. Bu iddiayı deneysel olarak doğrulamak ya da yanlışlamak mümkün değildir. Dolayısı ile “Doğa dışında hiçbir şey yoktur” iddiası bilimsel bir iddia değildir. Doğalcılık ile dinlerin birbiriyle çatışma halinde olduğu doğrudur. Ancak asıl sorulması gereken soru “Bilim, dinle çatışır mı?” olmalıdır. Doğalcılık mı, din mi bilimle daha büyük bir uyum içerisindedir? Bilim, din için önemli midir? Şimdi bu sorulara cevap arayalım.





Blimin dinle ve doğalcılıkla olan ilişkisine göz atmadan önce kısaca bilimin tanımını yapalım. Bilim, yaşadığımız Evren ile ilgili gerçekleri, deneysel verileri sistematik bir biçimde inceleyerek bulmayı amaçlayan disiplindir (Buradaki tanıma matematik veya mantık gibi biçimsel bilimler dâhil değildir. Bu bölümde bilimden anladığımız şey fizik, kimya, sosyoloji, tarih gibi ampirik bilimlerdir). Dolayısı ile bilimin iki temel özelliği vardır. Bilim, ilk olarak, dış dünyayla ilgili gerçekleri bulmayı amaçlar, ikincisi de bunu ampirik yöntemlerle yapar. Bilim bu haliyle “doğa dışı” ile ilgili herhangi bir yorum yapmaz. Ancak ona doğalcılık gömleğini giydirdiğimiz zaman, bilime “Doğa dışında hiçbir şey yoktur” varsayımını dayatmış oluruz. İlk bakışta çok masum görünen bu varsayım, bilime ciddi sınırlamalar getirmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bilimin amacı gerçeği bulmaktır ve eğer doğaüstünü bilimden dışlarsak ve eğer Evren’de de böyle doğa dışı nedenlerden ortaya çıkan olgular varsa bilim hiçbir zaman bu gerçeklere ulaşamayacaktır. Dolayısı ile bilime doğalcılığı dayatmak, onun ulaşabileceği alanları kısıtlamak demektir. Bunu daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verelim. Diyelim ki çok önemli bir siyasetçi ölüyor, doktorlar da adamın öldüğü konusunda hemfikir oluyorlar. Ancak odada bulunan biri, siyasetçiyi dirilteceğini söylüyor ve elini adama koyar koymaz ölü siyasetçi diriliyor. Odada siyasetçinin biyografisini yazan bir tarihçi de var. Şimdi tarihçi bu olayı eserine nasıl aktarmalıdır? Olay doğaüstü gözüküyor diye olayı görmezden mi gelmelidir? Tarih, doğaüstü şeylere yer veremez diye yaşananları kitabına koymamalı mıdır? Yoksa tarafsızlığını bozup olayı başka türlü mü yansıtmalıdır? Peki ya odadaki doktorlar? Onlar bu adamın hayata döndüğü gerçeği bilindik doğal süreçlerle açıklanamıyor diye yaşananları görmezden mi gelmelidirler? Adamın yaşadığı gerçeğini raporlarına düşmeleri uygun olur mu? Tabi ki uygun olur, tarihçi olayı tabi ki tarafsızca yazmalıdır. Çeşitli felsefi görüşleri gerçekle bilim arasına koymak çok yanlış bir yaklaşımdır. Tabi ki doğaüstü bir şey olmayabilir, tabi ki yaşadığımız Evren dışında bir şey olmayabilir ama bırakalım da bunlara bilim cevap versin. Orta Çağ’da İncil’e dayanarak bilime sınırlama getirenleri eleştiren doğalcıların, kendi felsefi görüşleriyle bilime sınırlama getirmeleri şaşırtıcıdır. Bu çok “masum” bir sınırlama gibi gelebilir, ama tarih boyunca böyle birçok “masum” sınırlama bilimin ilerlemesine engel olmuştur. 

Geçen yüzyılda kendilerini bilimin savunucusu olarak gören mekanik materyalistler bilimin sadece mekanik nedenleri incelemesi gerektiği savunuyorlardı. Onlara göre Evren mekanik olduğu için bu “masum” ve gerçekçi bir varsayımdı, “bilimsel” yaklaşımdı. Ancak kuantum teorisi mekanik olmayan, sebeplerin sonuçları mecbur etmediği bir Evren tablosu ortaya attı. O dönemler bu bilim savunucuları kuantum teorisinin bilimsel olmadığını savundu. 

Ancak kuantum mekaniği tüm zamanın en etkili ve önemli bilimsel teorileri arasında yerini aldı. Yine kendini “bilim savunucusu” ilan eden bir takım bilim adamı ve düşünür geçen yüzyılda bilimin Evren’in sonsuzdan beri var olması gerektiğini varsayması gerektiğini savunmuşlardı. Zira Evren’in zamanda başlangıcı olduğu iddiası yaratılışı çağrıştırıyordu ve bilim böyle bir görüşü savunamazdı. Ancak bu dayatma da bilimi yavaşlattı, zira bilimsel veriler Evren’in büyük bir “patlama” ile sınırlı bir zaman önce ortaya çıktığına işaret ettiğinde, bilim savunucuları bu bilimsel teoriye de savaş açtılar. “Nature” gibi saygın bir dergide bile,Evren’in zamanda başlangıcı olduğunu iddia eden “Büyük Patlama” teorisine “felsefi olarak kabul edilemez” olduğu gerekçesi ile saldırılar geldi.(7) Ancak “Büyük Patlama” teorisi tüm bu saldırılara rağmen kozmolojinin en çok kabul gören teorisi oldu. 
Tüm bu örneklerden çıkarmamız gereken sonuç, bilime herhangi bir felsefi görüş yüklemenin, bu görüş ne kadar “sezgisel” ya da “masum” olursa olsun yanlış olacağıdır. Bilimi başarılı kılan şey deneysel olması ve gerçeğin peşinden özgürce koşmasıdır. Bilim 
gerçeğe özellikler, koşullar atfetmez. Gerçek, zamanla yüzünü gösterecektir. Doğa dışında bir gerçek varsa ve bu bir şekilde deneysel verilerimize girebilirse, 
belki bir gün bilim bu gerçeği de bulacaktır.



(7) Bakınız: John Maddox, “Down with the Big Bang.” Nature,


340, 1989, s. 425

Enis Doko - Dahi ve Dindar : Isaac Newton kitabından alıntıdır. 

0 yorum:

Yorum Gönder