skip to main |
skip to sidebar
“Küfretmiş olanlarla karşılaştığınız zaman, onları iyice zayıflatıncaya kadar boyunlarını vurun!Ardından bağı sıkıca bağlayın! Ondan sonra da ya karşılıksız ya da fidye karşılığı... Ta ki, savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar… İşte böyle! Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat bazınızı bazınızla imtihan etmek için... Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların yaptıklarını asla boşaçıkarmayacak! (47/4)”
İddiaya göre, Muhammed peygamber döneminde, Medine'de bulunan Kurayzaoğulları,
Hendek Savaşı esnasında, Mekkeli müşriklerle ortak hareket ettikleri ve bu nedenle, bir bakıma vatana ihanet suçunu işledikleri için; Hendek Savaşı'nın ardından, Kurayzaoğulları'na ait kale,müslümanlar tarafından kuşatılmıştır. Muhasara esnasında, Kurayzaoğulları, kadın ve çocuklarını
alarak ve sahip oldukları bütün mallarını Müslümanlara bırakarak, Medine'den ayrılmak istemiş; ancak bu teklifleri Muhammed peygamber tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine, Kurayzaoğulları'nın liderlerinden Kab b. Esed, kavmine bir konuşma yaparak, Muhammed peygamberin Allah'ın elçisi olduğunun kendilerince de anlaşıldığını (!) ve onun peygamberliğinin kabul edilmesi gerektiğini söylemiş; bu teklif kabul görmeyince, kadınları ve çocukları öldürerek savaşmaya devam etmeyi önermiş; ancak bu da kabul görmeyince, Müslümanların kendilerinden saldırı beklemediği bir zamanda, yani Cumartesi günü saldırmayı ve bu şekilde Müslümanları hazırlıksız yakalamayı teklif etmiş; fakat bu da kabul görmemiştir. Sonuçta, uzun süren bir direnişin ardından, Kurayzaoğulları, kendileri hakkında hüküm vermesi için Sad b. Muaz'ın hakemliğine başvurulması şartıyla, teslim olmaya razı olmuşlardır. Bunun üzerine, o sırada ağır yaralı vaziyette bulunan ve bu Yahudi kabilesine yakınlığıyla bilinen Sad b. Muaz'ın hakemliğine başvurulmuş; o da,
Tevrat'a göre hüküm vererek, esir erkeklerin tümünün öldürülmelerine; kadın ve çocukların ise ganimet olarak dağıtılmasına hükmetmiştir. Bunun üzerine 400-900 civarında Yahudi esir öldürülmüştür.
Bu iddia, her şeyden önce, birtakım mantıksal tutarsızlıklar ihtiva etmektedir: Muhasara
esnasında, Kurayzaoğulları’nın kadın ve çocuklarını da alarak ve sahip oldukları bütün malları Müslümanlara bırakarak Medine'den ayrılma isteklerini geri çeviren (!) peygamberimizin, ne hükümvereceği belli olmayan bir sahabinin hakemliği ile savaşın sonlandırılmasını kabul etmesi, makul değildir! Yukarıdaki iddiada anlatılan olaylar ve özellikle sürecin sonunda alınan ve uygulanan karar, Kuran’da tanımlanan savaş hukukuna (mesela, 47/4) tamamen aykırıdır. Bir sahabinin, Kuran dururken, Kuran’a aykırı bir Tevrat ayetine göre karar alması ve peygamberin de buna ses çıkarmaması düşünülemez! Ayrıca, bu olaydan bahsettiği düşünülen Kuran ayetlerinde (33/26-27),düşman kuvvetlerinin bir kısmının öldürülüp, bir kısmının da esir alındığı ifade edilmekle birlikte (ki bu savaşların doğal sonucudur), teslim alınan yüzlerce esirin acımasızca katledildiğine dair bir ifade
bulunmamaktadır.
Lancaster Üniversitesi’nden (İngiltere) Walid Najib Arafat (ö. 2005), 1976 yılında Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland (JRAS) dergisinde yayımlanan “New Light on the Story of Banu Qurayza and the Jews of Medina” başlıklı makalesinde,
- Kurayzaoğulları katliamını anlatan hikayenin, İbn İshak tarafından, Yahudikaynaklarından
da yararlanılarak değişik rivayetlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulduğunu ve böylece
hadisenin gerçekleştiği düşünülen tarihten çok daha sonraları üretildiğini,
- hikayenin kaynaklarının çoğunun dayanaksız ve güvenilmez olduğunu,
- hikayenin kökenlerinin, çok daha eski birtakım efsanevi olaylara kadar uzanıyor
olabileceğiniifade etmiştir.
Gerçekten de, tarih boyunca Yahudiler, toplumu ortak acılar ve idealler temelinde birleştirerekkendi milli kimliklerini güçlendirmek maksadıyla, birtakım katliam iddialarını ve kahramanlık öykülerini gündeme getirmişlerdir. İşte bunlardan biri de, WN Arafat’ın sözünü ettiğimiz makalesinde dikkat çektiği gibi, “Masada Efsanesi”dir. Bu efsaneye göre (Josephus, The Wars of the Jews), Roma zulmünden kaçan Yahudiler İsrail’deki Masada kalesine sığınmışlardı. Romalılar bu kaleyi uzun bir süre kuşatma altında tutarlar; ancak kaleyi ele geçiremezler. Kuşatmanın sonuna doğru, liderleri Eleazar, Masada kalesindeki Yahudilere bir konuşma yaparak, teslim olmaktansa ölmenin daha doğru olacağını anlatır. Sonunda, içlerinden seçilen bir grup, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere önce
950 kişiyi öldürür; ardından da birbirlerini… Ancak 1963’te Yigael Yadin başkanlığında başlayan ve devam eden arkeolojik kazılarda, iddia edilen sayıda iskelet kalıntısına rastlanamadığı gibi, kitlesel birintiharı destekleyecek kanıtlara da ulaşılamamıştır.
Sonuç olarak, söz konusu olaydan bahsettiği düşünülen ayetlerin metnine ve Kuran’da
tanımlanan savaş hukuku ilkelerine tamamen aykırı duran, kendi içinde mantıksal çelişkiler barındıran, yeterli tarihsel kanıttan uzak ve eski Yahudi efsanelerinden izler taşıyan böylesi bir katliam iddiasını kabul etmenin doğru olmayacağı sonucuna varılabilir.
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir!
Alıntı : http://www.hakkadavet.net/kurayza.pdf
Kuran'ın en dikkat çekici ayetlerinden biri de, alnın yalancı ve hatalı olduğunu söyleyen, Alak Suresi'nin 16. ayetidir.
Acaba niçin, "hata yapma" ve "yalan söyleme" özelliği, alın bölgesiyle irtibatlandırılmıştır?
İnsan beyni (encephalon), beyin yarı küreleri, beyin sapı ve beyincik adı verilen yapılardan oluşur.Bir diğer sınıflamaya göre, rhombencephalon, mesencephalon ve prosencephalon olmak üzere 3 kısma ayrılır.Bu sınıflamada, beyin sapının mesencephalon dışında kalan bölümü ile beyincik, rhombencephalon olarak ; beyin yarı küreleri tarafından oluşturulan telencephalon ve bunların derininde kalan diencephalon ise, prosencephalon olarak isimlendirilmektedir.Beyin yarı küreleri, birçok oluk (sulcus) tarafından çeşitli loblara ayrılmıştır. Bunlar:

Vücuttaki kasların hareketlerini sağlayan uyarıların oluşturulduğu bölge, frontal lobda bulunur ve buraya "primer motor saha" adı verilir.Yine hareketlerin planlanmasından sorumlu olan "sekonder motor saha" da frontal lobda bulunur. Bunun dışında, konuşma eyleminden sorumlu olan ve Broca alanı da denilen "motor konuşma merkezi" ile kişilik ve davranışlarla ilgili merkezleri içeren "prefrontal korteks" de frontal lobu oluşturan yapılar arasındadır.
Prefrontal korteks, "kişilerin olaylar karşısında duyarlılığını tayin eder; aynı zamanda kişilerin karar verme ve şahsiyeti üzerinde etkili olur. (1)"
Prefrontal korteksin psikiyatrik açıdan özel önemi vardır (2). Bu bölge, bütün kaynaklardan gelen bilgilerin düzenlendiği ve birleştirilip ortaya çıkarılacak davranışa karar verildiği yerdir (3).

Prefrontal alanı kullanarak, düşüncelerimizi şekillendirebilir ve geleceğe yönelik planlar yapabiliriz (4).
2001 yılında Neuroreport dergisinde yayımlanan bir çalışmada, Spence ve arkadaşları (5) bir çeşit MR cihazı kullanarak -fMRI: functional Magnetic Resonance Imaging- yalan söyleme esnasındaventrolateral prefrontal kortekste önemli bir aktivite artışı tespit etmişlerdir. Buna dayanarak, ventrolateral prefrontal korteksin gerçeklerin saklaması veya yalanların üretilmesinden sorumlu olabileceğini ifade etmişlerdir. Özeti Görüntüle
Bu bulgu, Lee ve ark. (6) ve Ganis ve ark. (7)tarafından yapılan ve saygın bilim dergilerinden, Human Brain Mapping (2002) ve Cerebral Cortex'te (2003) yayımlanan iki ayrı çalışmayla desteklenmiştir.

Prefrontal korteks, "yalan söyleme" faaliyetiyle o kadar ilişkilidir ki, bu bölgede meydana gelen yapısal farklılıklar, "patolojik yalancılık"la neticelenmektedir. Dünyaca meşhur "British Journal of Psychiatry" dergisinde 2005 yılında yayımlanan ve büyük yankı uyandıran bir çalışmada (8), patolojik yalancılarda prefrontal ak madde miktarı daha yüksek bulunmuştur. Aynı ekibin yaptığı ve 2007 yılında yayımladıkları ikinci bir çalışma, ak madde miktarındaki bu artışın, prefrontal alanınbelli bölgelerine özgü olduğunu göstermiştir (9).
Kaynaklar:
(1) Arıncı K, Elhan A. Anatomi. s. 307. 3. Baskı, Ankara: Güneş, 2001.
(2) Gazi Üniversitesi. http://www.med.gazi.edu.tr/akademik/psikiyatri/davranis_temel.doc 27.09.2009
(3) GATA. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/cocukruh/beyin.htm 27.09.2009
(4) Türk Tabipleri Birliği. http://www.ttb.org.tr/STED/sted0302/kriminal.pdf 27.09.2009
(5) Spence SA, Farrow TF, Herford AE, Wilkinson ID, Zheng Y, Woodruff PWR. Behavioural and functional anatomical correlates of deception in humans. Neuroreport. 2001 Sep;12:2849-53.
(6) Lee TM, Liu HL, Tan LH, Chan CC, Mahankali S, Feng CM, Hou J, Fox PT, Gao JH. Lie detection by functional magnetic resonance imaging. Hum Brain Mapp. 2002 Mar;15(3):157-64.
(7) Ganis G, Kosslyn SM, Stose S, Thompson WL, Yurgelun-Todd DA. Neural correlates of different types of deception: an fMRI investigation. Cereb Cortex. 2003 Aug;13(8):830-6.
(8) Yang Y, Raine A, Lencz T, Bihrle S, Lacasse L, Colletti P. Prefrontal white matter in pathological liars. Br J Psychiatry. 2005 Oct;187:320-5.
(9) Yang Y, Raine A, Narr KL, Lencz T, LaCasse L, Colletti P, Toga AW. Localisation of increased prefrontal white matter in pathological liars. Br J Psychiatry. 2007 Feb;190:174-5.
Alıntı : http://www.hakkadavet.net/prefrontal.htm
Fizikçilerin evrene bakışı ile bizlerin evrene bakışı arasında bazı farklılıklar mevcuttur. Her ne kadar biz ''Evren'' dendiği zaman aklımıza içerisinde olduğumuz bir yer gelse de fizikçiler açısından bu durum biraz daha farklıdır. Fizikçilere göre iki farklı evren vardır. Bu evrenler mikro ve makro olmak üzere iki ana grupta toplanır. Bu evren modellerinin iki farklı gruba ayrılmasının sebebi ise tamamen fizik kuralları ve evrenin temel prensipleriyle ilgilidir.
Makro evren, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi içerisinde yaşadığımız evrendir. Bu evrenimizde tamamen standart model kapsamındaki temel fizik kuralları ile işlemektedir. Gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin uzaydaki işleyişini Einstein'ın ''Genel Görelilik Kuramı'' dediğimiz teori açıklamaktadır. Bu kuram neredeyse hayal edebildiğimiz evreni mükemmele yakın (elbette ki kusursuz değil) bir şekilde açıklamaktadır.
Öte yandan bir de mikro evren dediğimiz olgu vardır. Bu model ise 1930'larda Kuanta'nın keşfi ile büyük bir çıkış yakalamıştır. Mikro evrende ise atomaltı parçacıklar ve bu parçacıkların etkileşimi bulunmaktadır. Bu evrenimizde ise Kuantum Mekaniği ve Kuantum Fiziği dediğimiz (ikisi esasında farklı şeylerdir, ondan ayrı yazdım) kurallar belirler. Bu kuram da mikro evrendeki atomaltı parçacıkların etkileşimlerini çok iyi bir şekilde açıklamaktadır.
Az çok kafamızda mikro ve makro evren canlanmıştır. Şimdi ise gelelim işin sıkıntılı kısmına. Fizikçiler evrenin oluşumunu ve işleyişini tek bir formülle özetlemek istemektedirler. Makro evreni anlatan Genel Görelilik Kuramı ile mikro evreni anlatan Kuantum Mekaniğini tek bir çatı altında toplamak istemektedirler. Bu şekilde hem evreni tek bir formülle açıklayacaklar, hemde aralarında ilişkiler kurarak yeni bilimsel bilgilere ulaşabileceklerdir. Ancak gel gelelim her iki kuram doğru olmasına rağmen tek bir çatı altına toplandığında bırakın evreni formülize etmeyi, kuramlar kendi içinde bile hatalı çıkmaktadır. Tabi bu hata teorik olarak hem Fizik hem de Matematik bilimlerinde net bir şekilde görülmektedir.
Bu iki kuramı birleştirmeyi amaçlayan kuram ise Sicim kuramıdır. Tarihsel olarak bakacak olursak maddenin nelerden oluştuğu Antik Yunan'a kadar dayanmaktadır. Günümüzde ise maddenin atomlardan, atomların ise çeşitli parçacıklardan oluştuğunu biliyoruz. Sicim teorisine göre ise bu parçacıklar belki de evrenin en küçük yapı taşı olan sicimlerden oluştuğu varsayılmaktadır. Bu sicim dediğimiz şey tıpkı bir kemanın yayı gibi titreşen küçük parçacıklardır.
Tahmin edebileceğiniz gibi bu sicimler henüz görülemiyor. Bunun sebebi ise çok çok çok küçük olmasından kaynaklanmaktadır. Daha önceki yazılarımızda boyut kavramından söz etmiştik. Fiziktesomut olarak boyuttan bahsedecek olursak; boyut dediğimiz şey bir nevi fotoğraf makinesiyle yapılan zoom (yakınlaştırma) gibidir. Buna basit bir örnek verecek olursak; maddenin atomlardan, atomun ise çekirdek ve çevresi etrafında dönen elektronlardan olduğunu biliyoruz. Atomun çekirdeğinde ise nötron ve proton bulunmaktadır. Proton ise kuark dediğimiz parçacıklardan oluşmaktadır.
Standart Modelin içerisindeki temel parçacıklar; kuark, nötrino ve lepton gibi parçacıkların son durağı ise (daha küçük yapıtaşları) sicimlerdir. Sicimleri tarif edecek olursak; kabaca enerji telleridir diyebiliriz. Sicimin keman yayıyla benzerlik gösterdiğini söylemiştik. Kemanın tellerine baskı uygulayıp vurduğumuzda farklı sesler (notalar) duyarız. Sicim Teorisinde ise titreşen her sicim, titreştiği oranda farklı parçacıklar oluşturmaktadır. Konuyu özetlememiz gerekirse, her parçacık teoriye göre sicimlerden oluşmaktadır. Nasıl bir kemanın her teline vuruşunda farklı bir nota çıkıyorsa, bir sicimin her titreşim düzeyi de farklı parçacıkları meydana getirmektedir.
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/06/her-seyin-teorisi-i-sicim-kuram.html
24 Haziran 2014 Salı
Kurayzaoğulları Katliamı İddiası
“Küfretmiş olanlarla karşılaştığınız zaman, onları iyice zayıflatıncaya kadar boyunlarını vurun!Ardından bağı sıkıca bağlayın! Ondan sonra da ya karşılıksız ya da fidye karşılığı... Ta ki, savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar… İşte böyle! Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat bazınızı bazınızla imtihan etmek için... Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların yaptıklarını asla boşaçıkarmayacak! (47/4)”
İddiaya göre, Muhammed peygamber döneminde, Medine'de bulunan Kurayzaoğulları,
Hendek Savaşı esnasında, Mekkeli müşriklerle ortak hareket ettikleri ve bu nedenle, bir bakıma vatana ihanet suçunu işledikleri için; Hendek Savaşı'nın ardından, Kurayzaoğulları'na ait kale,müslümanlar tarafından kuşatılmıştır. Muhasara esnasında, Kurayzaoğulları, kadın ve çocuklarını
alarak ve sahip oldukları bütün mallarını Müslümanlara bırakarak, Medine'den ayrılmak istemiş; ancak bu teklifleri Muhammed peygamber tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine, Kurayzaoğulları'nın liderlerinden Kab b. Esed, kavmine bir konuşma yaparak, Muhammed peygamberin Allah'ın elçisi olduğunun kendilerince de anlaşıldığını (!) ve onun peygamberliğinin kabul edilmesi gerektiğini söylemiş; bu teklif kabul görmeyince, kadınları ve çocukları öldürerek savaşmaya devam etmeyi önermiş; ancak bu da kabul görmeyince, Müslümanların kendilerinden saldırı beklemediği bir zamanda, yani Cumartesi günü saldırmayı ve bu şekilde Müslümanları hazırlıksız yakalamayı teklif etmiş; fakat bu da kabul görmemiştir. Sonuçta, uzun süren bir direnişin ardından, Kurayzaoğulları, kendileri hakkında hüküm vermesi için Sad b. Muaz'ın hakemliğine başvurulması şartıyla, teslim olmaya razı olmuşlardır. Bunun üzerine, o sırada ağır yaralı vaziyette bulunan ve bu Yahudi kabilesine yakınlığıyla bilinen Sad b. Muaz'ın hakemliğine başvurulmuş; o da,
Tevrat'a göre hüküm vererek, esir erkeklerin tümünün öldürülmelerine; kadın ve çocukların ise ganimet olarak dağıtılmasına hükmetmiştir. Bunun üzerine 400-900 civarında Yahudi esir öldürülmüştür.
Bu iddia, her şeyden önce, birtakım mantıksal tutarsızlıklar ihtiva etmektedir: Muhasara
esnasında, Kurayzaoğulları’nın kadın ve çocuklarını da alarak ve sahip oldukları bütün malları Müslümanlara bırakarak Medine'den ayrılma isteklerini geri çeviren (!) peygamberimizin, ne hükümvereceği belli olmayan bir sahabinin hakemliği ile savaşın sonlandırılmasını kabul etmesi, makul değildir! Yukarıdaki iddiada anlatılan olaylar ve özellikle sürecin sonunda alınan ve uygulanan karar, Kuran’da tanımlanan savaş hukukuna (mesela, 47/4) tamamen aykırıdır. Bir sahabinin, Kuran dururken, Kuran’a aykırı bir Tevrat ayetine göre karar alması ve peygamberin de buna ses çıkarmaması düşünülemez! Ayrıca, bu olaydan bahsettiği düşünülen Kuran ayetlerinde (33/26-27),düşman kuvvetlerinin bir kısmının öldürülüp, bir kısmının da esir alındığı ifade edilmekle birlikte (ki bu savaşların doğal sonucudur), teslim alınan yüzlerce esirin acımasızca katledildiğine dair bir ifade
bulunmamaktadır.
Lancaster Üniversitesi’nden (İngiltere) Walid Najib Arafat (ö. 2005), 1976 yılında Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland (JRAS) dergisinde yayımlanan “New Light on the Story of Banu Qurayza and the Jews of Medina” başlıklı makalesinde,
- Kurayzaoğulları katliamını anlatan hikayenin, İbn İshak tarafından, Yahudikaynaklarından
da yararlanılarak değişik rivayetlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulduğunu ve böylece
hadisenin gerçekleştiği düşünülen tarihten çok daha sonraları üretildiğini,
- hikayenin kaynaklarının çoğunun dayanaksız ve güvenilmez olduğunu,
- hikayenin kökenlerinin, çok daha eski birtakım efsanevi olaylara kadar uzanıyor
olabileceğiniifade etmiştir.
Gerçekten de, tarih boyunca Yahudiler, toplumu ortak acılar ve idealler temelinde birleştirerekkendi milli kimliklerini güçlendirmek maksadıyla, birtakım katliam iddialarını ve kahramanlık öykülerini gündeme getirmişlerdir. İşte bunlardan biri de, WN Arafat’ın sözünü ettiğimiz makalesinde dikkat çektiği gibi, “Masada Efsanesi”dir. Bu efsaneye göre (Josephus, The Wars of the Jews), Roma zulmünden kaçan Yahudiler İsrail’deki Masada kalesine sığınmışlardı. Romalılar bu kaleyi uzun bir süre kuşatma altında tutarlar; ancak kaleyi ele geçiremezler. Kuşatmanın sonuna doğru, liderleri Eleazar, Masada kalesindeki Yahudilere bir konuşma yaparak, teslim olmaktansa ölmenin daha doğru olacağını anlatır. Sonunda, içlerinden seçilen bir grup, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere önce
950 kişiyi öldürür; ardından da birbirlerini… Ancak 1963’te Yigael Yadin başkanlığında başlayan ve devam eden arkeolojik kazılarda, iddia edilen sayıda iskelet kalıntısına rastlanamadığı gibi, kitlesel birintiharı destekleyecek kanıtlara da ulaşılamamıştır.
Sonuç olarak, söz konusu olaydan bahsettiği düşünülen ayetlerin metnine ve Kuran’da
tanımlanan savaş hukuku ilkelerine tamamen aykırı duran, kendi içinde mantıksal çelişkiler barındıran, yeterli tarihsel kanıttan uzak ve eski Yahudi efsanelerinden izler taşıyan böylesi bir katliam iddiasını kabul etmenin doğru olmayacağı sonucuna varılabilir.
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir!
Alıntı : http://www.hakkadavet.net/kurayza.pdf
Yalancı ve Hatalı Alın


Kuran'ın en dikkat çekici ayetlerinden biri de, alnın yalancı ve hatalı olduğunu söyleyen, Alak Suresi'nin 16. ayetidir.
Acaba niçin, "hata yapma" ve "yalan söyleme" özelliği, alın bölgesiyle irtibatlandırılmıştır?
***
İnsan beyni (encephalon), beyin yarı küreleri, beyin sapı ve beyincik adı verilen yapılardan oluşur.Bir diğer sınıflamaya göre, rhombencephalon, mesencephalon ve prosencephalon olmak üzere 3 kısma ayrılır.Bu sınıflamada, beyin sapının mesencephalon dışında kalan bölümü ile beyincik, rhombencephalon olarak ; beyin yarı küreleri tarafından oluşturulan telencephalon ve bunların derininde kalan diencephalon ise, prosencephalon olarak isimlendirilmektedir.Beyin yarı küreleri, birçok oluk (sulcus) tarafından çeşitli loblara ayrılmıştır. Bunlar:
- Frontal Lob (Ön)
- Pariyetal Lob (Üst)
- Temporal Lob (Yan)
- Oksipital Lob (Arka)

Vücuttaki kasların hareketlerini sağlayan uyarıların oluşturulduğu bölge, frontal lobda bulunur ve buraya "primer motor saha" adı verilir.Yine hareketlerin planlanmasından sorumlu olan "sekonder motor saha" da frontal lobda bulunur. Bunun dışında, konuşma eyleminden sorumlu olan ve Broca alanı da denilen "motor konuşma merkezi" ile kişilik ve davranışlarla ilgili merkezleri içeren "prefrontal korteks" de frontal lobu oluşturan yapılar arasındadır.

Prefrontal korteks, "kişilerin olaylar karşısında duyarlılığını tayin eder; aynı zamanda kişilerin karar verme ve şahsiyeti üzerinde etkili olur. (1)"
Prefrontal korteksin psikiyatrik açıdan özel önemi vardır (2). Bu bölge, bütün kaynaklardan gelen bilgilerin düzenlendiği ve birleştirilip ortaya çıkarılacak davranışa karar verildiği yerdir (3).

Prefrontal alanı kullanarak, düşüncelerimizi şekillendirebilir ve geleceğe yönelik planlar yapabiliriz (4).
2001 yılında Neuroreport dergisinde yayımlanan bir çalışmada, Spence ve arkadaşları (5) bir çeşit MR cihazı kullanarak -fMRI: functional Magnetic Resonance Imaging- yalan söyleme esnasındaventrolateral prefrontal kortekste önemli bir aktivite artışı tespit etmişlerdir. Buna dayanarak, ventrolateral prefrontal korteksin gerçeklerin saklaması veya yalanların üretilmesinden sorumlu olabileceğini ifade etmişlerdir. Özeti Görüntüle
Bu bulgu, Lee ve ark. (6) ve Ganis ve ark. (7)tarafından yapılan ve saygın bilim dergilerinden, Human Brain Mapping (2002) ve Cerebral Cortex'te (2003) yayımlanan iki ayrı çalışmayla desteklenmiştir.

Prefrontal korteks, "yalan söyleme" faaliyetiyle o kadar ilişkilidir ki, bu bölgede meydana gelen yapısal farklılıklar, "patolojik yalancılık"la neticelenmektedir. Dünyaca meşhur "British Journal of Psychiatry" dergisinde 2005 yılında yayımlanan ve büyük yankı uyandıran bir çalışmada (8), patolojik yalancılarda prefrontal ak madde miktarı daha yüksek bulunmuştur. Aynı ekibin yaptığı ve 2007 yılında yayımladıkları ikinci bir çalışma, ak madde miktarındaki bu artışın, prefrontal alanınbelli bölgelerine özgü olduğunu göstermiştir (9).
Kaynaklar:
(1) Arıncı K, Elhan A. Anatomi. s. 307. 3. Baskı, Ankara: Güneş, 2001.
(2) Gazi Üniversitesi. http://www.med.gazi.edu.tr/akademik/psikiyatri/davranis_temel.doc 27.09.2009
(3) GATA. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/cocukruh/beyin.htm 27.09.2009
(4) Türk Tabipleri Birliği. http://www.ttb.org.tr/STED/sted0302/kriminal.pdf 27.09.2009
(5) Spence SA, Farrow TF, Herford AE, Wilkinson ID, Zheng Y, Woodruff PWR. Behavioural and functional anatomical correlates of deception in humans. Neuroreport. 2001 Sep;12:2849-53.
(6) Lee TM, Liu HL, Tan LH, Chan CC, Mahankali S, Feng CM, Hou J, Fox PT, Gao JH. Lie detection by functional magnetic resonance imaging. Hum Brain Mapp. 2002 Mar;15(3):157-64.
(7) Ganis G, Kosslyn SM, Stose S, Thompson WL, Yurgelun-Todd DA. Neural correlates of different types of deception: an fMRI investigation. Cereb Cortex. 2003 Aug;13(8):830-6.
(8) Yang Y, Raine A, Lencz T, Bihrle S, Lacasse L, Colletti P. Prefrontal white matter in pathological liars. Br J Psychiatry. 2005 Oct;187:320-5.
(9) Yang Y, Raine A, Narr KL, Lencz T, LaCasse L, Colletti P, Toga AW. Localisation of increased prefrontal white matter in pathological liars. Br J Psychiatry. 2007 Feb;190:174-5.
Alıntı : http://www.hakkadavet.net/prefrontal.htm
İslam'da Çok Eşlilik (Nisa Suresinin 3. Ayeti)
Diyanet İşleri Meali: “Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.”
Yukarıdaki mealde, kırmızı renkle işaretlediğim kısımlar, ayetin Arapça
orijinalinde kesinlikle yoktur!
Ayetin kelime kelime çevirisi şu şekildedir:
Ve in hiftum: Şayet korkarsanız
ellâ tuksitû: doğru/adaletli/ölçülü davranmamaya
fî’l-yetâmâ: yetimler hususunda
fenkihû: öyleyse nikahlayın
mâ tâbe: uygun/temiz/ahlaklı/güzel/helal olanı, hoşa gideni
lekum: sizin için
mine’n-nisâi: kadınlardan
mesnâ ve sülâse ve rubâa: ikişer, üçer, dörder
fe in hiftum: ve şayet korkarsanız
ellâ te’dilû: adaletli davranmamaya
fe vâhideten: öyleyse bir taneev veya
mâ meleket eymânukum: sağ ellerinizin/yeminlerinizin/gücünüzün
sahip olduğunu
zâlike ednâ: işte şu en uygunudur
ellâ teûlû: haksızlık etmemenize
Arapçada yetîm kelimesi, ergenlik çağına ulaşmadan önce, babasını kaybeden çocuklar için kullanılır (Müfredat).
(yetâmâ) kelimesi ise, çoğul olarak, hem erkek hem de dişi için kullanılır. Örneğin, 2/83. ayette olduğu gibi… Dolayısıyla, ayette “yetim kızlar”dan değil; genel olarak “yetimler”den bahsedilmektedir ve “yetimler” henüz ergenlik çağına ulaşmamış çocuklar olduklarından dolayı da, onlarla evlenilmesi gibi bir durum, söz konusu olamaz!
Ayete, herhangi bir kelime ilavesi olmaksızın, şöyle bir meal verilebilir:
''Şayet yetimler konusunda, adaletli davranmaktan korkarsanız; o takdirde, kadınlardan sizin için uygun olanı ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Şayet adaletli davranmamaya korkarsanız, öyleyse bir tane veya yeminlerinizin sahip olduğunu (nikahlayın)... İşte bu, haksızlık etmemeniz açısından en uygun olanıdır!''
Dikkat edilirse, burada bahsedilen evlilik ikinci, üçüncü, dördüncü… evliliklerdir.
Yani, kişi zaten birinci evliliğini yapmıştır ve şayet ayette bahsedilen kadınlarla
evlenecek olursa bu, onun ikinci evliliği olacaktır.
Kuran’da birçok ayet vardır ki, bunları tam olarak anlayabilmek için, başka
ayetlere de bakmaya ihtiyaç duyarız. Acaba Nisa/3’te bahsedilen “kadınlar”
kimlerdir? Niçin, yetimler konusunda bir haksızlık oluşmaması için, onlarla
evlenilmesi tavsiye edilmektedir? diye sorduğumuzda, karşımıza Nisa suresinin
127. ayeti çıkmaktadır.
Nisa/127. ayetin meali şu şekildedir:
“Kadınlar hususunda senden fetva isterler. De ki: Allah onlar hakkında size fetva
veriyor: Kendileri için yazılmış olan şeyi kendilerine vermeyip, nikahlamak
istediğiniz kadınların yetimleri; çocuklardan zayıf olanlar ve yetimlere adaletle
bakmanız konusunda, Kitap’ta size okunan şeylerdir! İyilik adına ne yaparsanız,
muhakkak ki Allah onu bilendir!”
“Yetâmâ’n-nisâi” ifadesi bir isim tamlamasıdır ve anlamı “kadınların yetimleri”dir.
Maalesef, birçok mealde bir sıfat tamlamasıymış gibi, “yetim kızlar” şeklinde
tercüme edilmektedir. Oysa eğer bir sıfat tamlaması olsaydı, yetâmâ kelimesinin
de el-takısı alarak marife olması veya nisâ kelimesinin nekre olması gerekirdi.
Sıfat tamlamalarında, sıfat ve mevsuf arasında marifelik ve nekrelik açısından uyum olması şarttır. Oysa bu ifadede böyle bir uyum yoktur; yetâmâ kelimesi
başına harfi tarif almamıştır. Bu da, söz konusu ifadenin bir isim tamlaması
olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir ki bunu, Arapça bilen herkes, çok
rahat bir şekilde anlayabilir.
İşte Nisa/127. ayet, Nisa/3. ayette bahsedilen yetimler ve kadınlar hususundaki
kapalılığı böylece gidermekte ve bizi şu sonuca ulaştırmaktadır:
Nisa suresinin 3. ayeti, babaları ölmüş yetim çocuklara sahip çıkmak için, ikinci,
üçüncü, dördüncü… evlilikleri yapmaya ruhsat vermekte ve bunu da “adalet”
şartına bağlamaktadır. Nitekim, tarihi kaynaklarda, peygamberimizin ve birçok
sahabinin, kocalarını savaşlarda kaybetmiş kadınlarla evlendiklerinden ve bu
kadınların yetimlerine sahip çıkarak, onlara adaletli bir şekilde baktıklarından
bahsedilmektedir.
Yukarıdaki mealde, kırmızı renkle işaretlediğim kısımlar, ayetin Arapça
orijinalinde kesinlikle yoktur!
Ayetin kelime kelime çevirisi şu şekildedir:
Ve in hiftum: Şayet korkarsanız
ellâ tuksitû: doğru/adaletli/ölçülü davranmamaya
fî’l-yetâmâ: yetimler hususunda
fenkihû: öyleyse nikahlayın
mâ tâbe: uygun/temiz/ahlaklı/güzel/helal olanı, hoşa gideni
lekum: sizin için
mine’n-nisâi: kadınlardan
mesnâ ve sülâse ve rubâa: ikişer, üçer, dörder
fe in hiftum: ve şayet korkarsanız
ellâ te’dilû: adaletli davranmamaya
fe vâhideten: öyleyse bir taneev veya
mâ meleket eymânukum: sağ ellerinizin/yeminlerinizin/gücünüzün
sahip olduğunu
zâlike ednâ: işte şu en uygunudur
ellâ teûlû: haksızlık etmemenize
Arapçada yetîm kelimesi, ergenlik çağına ulaşmadan önce, babasını kaybeden çocuklar için kullanılır (Müfredat).
Ayete, herhangi bir kelime ilavesi olmaksızın, şöyle bir meal verilebilir:
Dikkat edilirse, burada bahsedilen evlilik ikinci, üçüncü, dördüncü… evliliklerdir.
Yani, kişi zaten birinci evliliğini yapmıştır ve şayet ayette bahsedilen kadınlarla
evlenecek olursa bu, onun ikinci evliliği olacaktır.
Kuran’da birçok ayet vardır ki, bunları tam olarak anlayabilmek için, başka
ayetlere de bakmaya ihtiyaç duyarız. Acaba Nisa/3’te bahsedilen “kadınlar”
kimlerdir? Niçin, yetimler konusunda bir haksızlık oluşmaması için, onlarla
evlenilmesi tavsiye edilmektedir? diye sorduğumuzda, karşımıza Nisa suresinin
127. ayeti çıkmaktadır.
Nisa/127. ayetin meali şu şekildedir:
“Kadınlar hususunda senden fetva isterler. De ki: Allah onlar hakkında size fetva
veriyor: Kendileri için yazılmış olan şeyi kendilerine vermeyip, nikahlamak
istediğiniz kadınların yetimleri; çocuklardan zayıf olanlar ve yetimlere adaletle
bakmanız konusunda, Kitap’ta size okunan şeylerdir! İyilik adına ne yaparsanız,
muhakkak ki Allah onu bilendir!”
“Yetâmâ’n-nisâi” ifadesi bir isim tamlamasıdır ve anlamı “kadınların yetimleri”dir.
Maalesef, birçok mealde bir sıfat tamlamasıymış gibi, “yetim kızlar” şeklinde
tercüme edilmektedir. Oysa eğer bir sıfat tamlaması olsaydı, yetâmâ kelimesinin
de el-takısı alarak marife olması veya nisâ kelimesinin nekre olması gerekirdi.
Sıfat tamlamalarında, sıfat ve mevsuf arasında marifelik ve nekrelik açısından uyum olması şarttır. Oysa bu ifadede böyle bir uyum yoktur; yetâmâ kelimesi
başına harfi tarif almamıştır. Bu da, söz konusu ifadenin bir isim tamlaması
olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir ki bunu, Arapça bilen herkes, çok
rahat bir şekilde anlayabilir.
İşte Nisa/127. ayet, Nisa/3. ayette bahsedilen yetimler ve kadınlar hususundaki
kapalılığı böylece gidermekte ve bizi şu sonuca ulaştırmaktadır:
Nisa suresinin 3. ayeti, babaları ölmüş yetim çocuklara sahip çıkmak için, ikinci,
üçüncü, dördüncü… evlilikleri yapmaya ruhsat vermekte ve bunu da “adalet”
şartına bağlamaktadır. Nitekim, tarihi kaynaklarda, peygamberimizin ve birçok
sahabinin, kocalarını savaşlarda kaybetmiş kadınlarla evlendiklerinden ve bu
kadınların yetimlerine sahip çıkarak, onlara adaletli bir şekilde baktıklarından
bahsedilmektedir.
En doğrusunu Allah bilir!
Alıntı : http://www.hakkadavet.net/nisa3.pdf
22 Haziran 2014 Pazar
Hücrelerimizin de Bir İskeleti Var!
Elektron mikroskobunun erken dönemlerinde biyologlar, organellerin sitozolde serbest yüzdüklerini düşünüyorlardı. Ancak gelişen teknolojiyle sitoplâzmanın içinde uzanan lifsi, ağ yapısındaki hücre iskeleti ortaya çıktı.
Hücre iskeleti, yapısal desteğin dışında hücre hareketi ve düzenlemede de görev alır.
Hücre iskeletinin en göze çarpan özelliği, hücreyemekanik destek sağlamaktır. Bu, özellikle havyan hücreleri için önemlidir, çünkü onların bitki hücreleri gibi destek sağlayacak hücre duvarları yoktur.
Hücre iskeleti, tıpkı bir insanın vücudundaki iskeletin organları yerli yerinde tuttuğu gibi; organellerin yerli yerinde kalmasını sağlar. Ancak hücre iskeleti, insan iskeletinden çok daha dinamiktir. Oluşan yapılar hızlıca yıkılıp, yerine başkaları yapılabilir ve hücrenin şekli kolaylıkla değiştirilebilir. Bunun yanında, hücre iskeleti, hücrenin hareketinde de aktif rol oynar. Özellikle tek hücreli canlıların sil ve kamçılarında bunu gözlemleyebiliriz.
Hücre iskeletini kuran üç temel lif vardır: (kalından inceye doğru) mikrotübüller, intermediyer (ara)filamentler, mikrofilamentler (aktin filamentleri). Bu liflerin dışında endoplazmik retikulum da hücre iskeletini desteklemek açısından önemli bir organeldir.
KALIN VE SAĞLAM LİFLER: MİKROTÜBÜLLER
Mikrotübüller, tüm ökaryotik hücrelerin sitoplazmasında bulunurlar. Tubulin adı verilen moleküllerden oluşan 13 kolonlu içi boş tüplerdir. Kendilerini kuran birimlere yıkılabilir ve bu tubulinler hücrenin başka bir yerindeki mikrotübüllerin kurulması için kullanılabilirler.
Temel İşlevleri:
DAHA KALICI BİRLİKTELİK: İNTERMEDİYER (ARA) FİLAMENTLER
İntermediyer filamentler, mikrotübüllerden daha ince; mikrofilamentlerden de daha kalın oldukları için bu ismi almışlardır. Mikrofilamentler gibi gerilime dayanmak içinözelleştirilmişlerdir.
Mikrotübüller ve mikrofilamentler, hücrenin farklı kısımlarında alt birimlerine ayrılıp farklı kısımlarında tekrar bir araya gelebilirler. Buna karşılık, intermediyer filamentlerde daha kalıcı bir birliktelik vardır. Mikrotübülleri ve mikrofilamentleri sitoplazmadan uzaklaştıracak kimyasal maddeler, intermediyer filamentleri etkilemez ve orijinal şekillerini bozmaz. Bu, bize intermediyer filamentlerin hücre biçimini güçlendirme ve belirli organellerin yerini sabitlemede özellikle önemli olduklarını gösterir. Örneğin çekirdek; intermediyer filamentlerden yapılmış bir kafes içine oturur ve yine sitoplazmaya doğru uzanan intermediyer filament kollarıyla hücreye sabitlenir.
Temel İşlevleri:
İNCE VE GÜÇLÜ: MİKROFİLAMENTLER (AKTİN FİLAMENTLERİ)
Mikrofilamentler, bir globüler protein olan aktin moleküllerinden yapıldıkları için “aktin filamentleri” olarak da adlandırılırlar. Mikrofilamentler, mikrotübüller gibi ökaryotik hücrelerin tümünde bulunurlar. Mikrotübüllerin sıkışmaya karşı koyma rolüne karşılık, mikrofilamentler de gerilmeye karşı koyarlar.
Hücreye destek sağlamanın dışında bu lifler, hücre hareketinde çok büyük rol oynarlar. Hücrenin hareketi sırasındapsödopod (yalancı ayak benzeri hücresel uzantılar) oluşturarak ilerlemesini sağlarlar.
Temel İşlevleri:
Kaynaklar:
1. Campbell Reece Biology – Hücre Bölümü
2. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi - Hücre İskeleti
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/07/hucrelerimizin-de-bir-iskeleti-var.html
Hücre iskeleti, yapısal desteğin dışında hücre hareketi ve düzenlemede de görev alır.
Hücre iskeletinin en göze çarpan özelliği, hücreyemekanik destek sağlamaktır. Bu, özellikle havyan hücreleri için önemlidir, çünkü onların bitki hücreleri gibi destek sağlayacak hücre duvarları yoktur.
Hücre iskeleti, tıpkı bir insanın vücudundaki iskeletin organları yerli yerinde tuttuğu gibi; organellerin yerli yerinde kalmasını sağlar. Ancak hücre iskeleti, insan iskeletinden çok daha dinamiktir. Oluşan yapılar hızlıca yıkılıp, yerine başkaları yapılabilir ve hücrenin şekli kolaylıkla değiştirilebilir. Bunun yanında, hücre iskeleti, hücrenin hareketinde de aktif rol oynar. Özellikle tek hücreli canlıların sil ve kamçılarında bunu gözlemleyebiliriz.
Hücre iskeletini kuran üç temel lif vardır: (kalından inceye doğru) mikrotübüller, intermediyer (ara)filamentler, mikrofilamentler (aktin filamentleri). Bu liflerin dışında endoplazmik retikulum da hücre iskeletini desteklemek açısından önemli bir organeldir.
KALIN VE SAĞLAM LİFLER: MİKROTÜBÜLLER
Mikrotübüller, tüm ökaryotik hücrelerin sitoplazmasında bulunurlar. Tubulin adı verilen moleküllerden oluşan 13 kolonlu içi boş tüplerdir. Kendilerini kuran birimlere yıkılabilir ve bu tubulinler hücrenin başka bir yerindeki mikrotübüllerin kurulması için kullanılabilirler.
Temel İşlevleri:
- • Hücre biçiminin korunması (sıkıştırılmaya dirençli kuşaklar)
- • Hücre hareketi (sil ve kamçıdaki gibi)
- • Hücre bölünmesi sırasındaki kromozom hareketleri
- • Organel hareketleri
DAHA KALICI BİRLİKTELİK: İNTERMEDİYER (ARA) FİLAMENTLER
İntermediyer filamentler, mikrotübüllerden daha ince; mikrofilamentlerden de daha kalın oldukları için bu ismi almışlardır. Mikrofilamentler gibi gerilime dayanmak içinözelleştirilmişlerdir.
Mikrotübüller ve mikrofilamentler, hücrenin farklı kısımlarında alt birimlerine ayrılıp farklı kısımlarında tekrar bir araya gelebilirler. Buna karşılık, intermediyer filamentlerde daha kalıcı bir birliktelik vardır. Mikrotübülleri ve mikrofilamentleri sitoplazmadan uzaklaştıracak kimyasal maddeler, intermediyer filamentleri etkilemez ve orijinal şekillerini bozmaz. Bu, bize intermediyer filamentlerin hücre biçimini güçlendirme ve belirli organellerin yerini sabitlemede özellikle önemli olduklarını gösterir. Örneğin çekirdek; intermediyer filamentlerden yapılmış bir kafes içine oturur ve yine sitoplazmaya doğru uzanan intermediyer filament kollarıyla hücreye sabitlenir.
Temel İşlevleri:
- • Hücre biçiminin korunması (gerilmeye dayanan elementler)
- • Çekirdek ve diğer bazı organelleri yerlerine sabitlemek
- • Nüklear laminayı oluşturmak (Çekirdeğin iç zarfındaki kısım)
İNCE VE GÜÇLÜ: MİKROFİLAMENTLER (AKTİN FİLAMENTLERİ)
Mikrofilamentler, bir globüler protein olan aktin moleküllerinden yapıldıkları için “aktin filamentleri” olarak da adlandırılırlar. Mikrofilamentler, mikrotübüller gibi ökaryotik hücrelerin tümünde bulunurlar. Mikrotübüllerin sıkışmaya karşı koyma rolüne karşılık, mikrofilamentler de gerilmeye karşı koyarlar.
Hücreye destek sağlamanın dışında bu lifler, hücre hareketinde çok büyük rol oynarlar. Hücrenin hareketi sırasındapsödopod (yalancı ayak benzeri hücresel uzantılar) oluşturarak ilerlemesini sağlarlar.
Temel İşlevleri:
- • Hücre biçiminin korunması (gerilmeye dayanan elementler)
- • Hücre biçimi değişiklikleri
- • Kas kasılması
- • Sitoplazma akımı
- • Hücre hareketi (psödopoddaki gibi)
- • Hücre bölünmesi (segmentasyon oluğunun oluşması)
Kaynaklar:
1. Campbell Reece Biology – Hücre Bölümü
2. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi - Hücre İskeleti
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/07/hucrelerimizin-de-bir-iskeleti-var.html
21 Haziran 2014 Cumartesi
''Mükemmele En Yakın Denge: Evrendeki Süper Simetri''
Big Bang'den sonrası evren oluştuğu zaman mükemmel bir simetriye sahipti. Evrendeki madde ve anti-madde oranı birbirine eşitti. (%50 madde ve %50 anti-madde)
Peki bunun önemi nedir?
Madde ve anti-madde bir araya gelerek ''saf enerji'' denilen formu oluşturmaktadır. Bu enerji oldukça yüksek bir enerjidir. Evren süper simetri durumundayken galaksilerin oluşması oldukça kısa sürmüştür. Çünkü madde ve anti-madde arasında tam bir denge vardı ve bu denge bozulmadığı sürece saf enerji tam anlamıyla oluşup evren tarafından kullanılabiliyordu. İşte biz bu dengeye ''süper simetri'' adını veriyoruz.
Yapılan araştırmalar ve süper simetri teorisine göre madde ve anti-madde arasındaki bu ilişki evrendeki en yüksek simetriye sahip olduğu söylenmektedir. Teorik fizik ile uğraşan bilim insanları süper simetriye , süper su adını vermiştir. Çünkü su , yapısı itibariyle simetri özelliğini çok iyi yansıtmaktadır. Ancak belli bir süre zarfından sonra evrendeki bu süper simetri , sebebini tam olarak bilmediğimiz bir nedenden ötürü bozulmuştur.
Süper simetri zamanında %50 madde ve %50 anti-madde varken süper simetri dengesi bozulduğu zaman artık evrendeki madde ve anti-madde sürekliliğinde de değişiklik meydana gelmiştir. Bu değişiklik sonucunda artık evrendeki anti-madde oranında bir düşüş yaşanmıştır ve evrendeki madde oranının sayısı hızla yükselmiştir.
''Evrendeki Süper Simetri Neden Bozuldu?''
Bununla ilgili birçok teori ve öngörü var. Ancak en çok kabul gören teoriler ''Mikro ölçekli kara delikve Higgs bozonu''dur. Şimdi bunlar üzerinde biraz detaya inelim.
Mikro ölçekli karadelik teorisine göre Evren süpersimetri durumundayken anti-madde kanadında oluşan mikro (küçük) ölçekli bir karadelik , anti-maddelerin birçoğunu içerisine çekti ve böylece evrendeki süpersimetri değişerek anti-madde oranında büyük bir azalma meydana geldi. Tabi bunun üzerinde bazı çalışmalar var ama henüz kesin bir sonuca varılabilmiş değil.
İkinci bir teori ise Higgs Bozonu. Bu teori , mikro ölçekli karadeliklere nazaran daha geçerli olduğu düşünülmektedir. Evren süpersimetri durumundayken Higgs alanı oluşuyor ve oluşan bu Higgs alanı üzerinden geçen parçacıklar kütle kazanarak maddeye dönüşüyor. Böylece evrendeki madde oranı artıyor ve anti-madde oranında bir düşüş meydana geliyor.
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/07/mukemmele-en-yakn-denge-evrendeki-super.html
Peki bunun önemi nedir?
Madde ve anti-madde bir araya gelerek ''saf enerji'' denilen formu oluşturmaktadır. Bu enerji oldukça yüksek bir enerjidir. Evren süper simetri durumundayken galaksilerin oluşması oldukça kısa sürmüştür. Çünkü madde ve anti-madde arasında tam bir denge vardı ve bu denge bozulmadığı sürece saf enerji tam anlamıyla oluşup evren tarafından kullanılabiliyordu. İşte biz bu dengeye ''süper simetri'' adını veriyoruz.
Yapılan araştırmalar ve süper simetri teorisine göre madde ve anti-madde arasındaki bu ilişki evrendeki en yüksek simetriye sahip olduğu söylenmektedir. Teorik fizik ile uğraşan bilim insanları süper simetriye , süper su adını vermiştir. Çünkü su , yapısı itibariyle simetri özelliğini çok iyi yansıtmaktadır. Ancak belli bir süre zarfından sonra evrendeki bu süper simetri , sebebini tam olarak bilmediğimiz bir nedenden ötürü bozulmuştur.
Süper simetri zamanında %50 madde ve %50 anti-madde varken süper simetri dengesi bozulduğu zaman artık evrendeki madde ve anti-madde sürekliliğinde de değişiklik meydana gelmiştir. Bu değişiklik sonucunda artık evrendeki anti-madde oranında bir düşüş yaşanmıştır ve evrendeki madde oranının sayısı hızla yükselmiştir.
''Evrendeki Süper Simetri Neden Bozuldu?''
Bununla ilgili birçok teori ve öngörü var. Ancak en çok kabul gören teoriler ''Mikro ölçekli kara delikve Higgs bozonu''dur. Şimdi bunlar üzerinde biraz detaya inelim.
Mikro ölçekli karadelik teorisine göre Evren süpersimetri durumundayken anti-madde kanadında oluşan mikro (küçük) ölçekli bir karadelik , anti-maddelerin birçoğunu içerisine çekti ve böylece evrendeki süpersimetri değişerek anti-madde oranında büyük bir azalma meydana geldi. Tabi bunun üzerinde bazı çalışmalar var ama henüz kesin bir sonuca varılabilmiş değil.
İkinci bir teori ise Higgs Bozonu. Bu teori , mikro ölçekli karadeliklere nazaran daha geçerli olduğu düşünülmektedir. Evren süpersimetri durumundayken Higgs alanı oluşuyor ve oluşan bu Higgs alanı üzerinden geçen parçacıklar kütle kazanarak maddeye dönüşüyor. Böylece evrendeki madde oranı artıyor ve anti-madde oranında bir düşüş meydana geliyor.
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/07/mukemmele-en-yakn-denge-evrendeki-super.html
Her Şeyin Teorisi I: Sicim Kuramı

Makro evren, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi içerisinde yaşadığımız evrendir. Bu evrenimizde tamamen standart model kapsamındaki temel fizik kuralları ile işlemektedir. Gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin uzaydaki işleyişini Einstein'ın ''Genel Görelilik Kuramı'' dediğimiz teori açıklamaktadır. Bu kuram neredeyse hayal edebildiğimiz evreni mükemmele yakın (elbette ki kusursuz değil) bir şekilde açıklamaktadır.
Öte yandan bir de mikro evren dediğimiz olgu vardır. Bu model ise 1930'larda Kuanta'nın keşfi ile büyük bir çıkış yakalamıştır. Mikro evrende ise atomaltı parçacıklar ve bu parçacıkların etkileşimi bulunmaktadır. Bu evrenimizde ise Kuantum Mekaniği ve Kuantum Fiziği dediğimiz (ikisi esasında farklı şeylerdir, ondan ayrı yazdım) kurallar belirler. Bu kuram da mikro evrendeki atomaltı parçacıkların etkileşimlerini çok iyi bir şekilde açıklamaktadır.
Az çok kafamızda mikro ve makro evren canlanmıştır. Şimdi ise gelelim işin sıkıntılı kısmına. Fizikçiler evrenin oluşumunu ve işleyişini tek bir formülle özetlemek istemektedirler. Makro evreni anlatan Genel Görelilik Kuramı ile mikro evreni anlatan Kuantum Mekaniğini tek bir çatı altında toplamak istemektedirler. Bu şekilde hem evreni tek bir formülle açıklayacaklar, hemde aralarında ilişkiler kurarak yeni bilimsel bilgilere ulaşabileceklerdir. Ancak gel gelelim her iki kuram doğru olmasına rağmen tek bir çatı altına toplandığında bırakın evreni formülize etmeyi, kuramlar kendi içinde bile hatalı çıkmaktadır. Tabi bu hata teorik olarak hem Fizik hem de Matematik bilimlerinde net bir şekilde görülmektedir.
Bu iki kuramı birleştirmeyi amaçlayan kuram ise Sicim kuramıdır. Tarihsel olarak bakacak olursak maddenin nelerden oluştuğu Antik Yunan'a kadar dayanmaktadır. Günümüzde ise maddenin atomlardan, atomların ise çeşitli parçacıklardan oluştuğunu biliyoruz. Sicim teorisine göre ise bu parçacıklar belki de evrenin en küçük yapı taşı olan sicimlerden oluştuğu varsayılmaktadır. Bu sicim dediğimiz şey tıpkı bir kemanın yayı gibi titreşen küçük parçacıklardır.
Tahmin edebileceğiniz gibi bu sicimler henüz görülemiyor. Bunun sebebi ise çok çok çok küçük olmasından kaynaklanmaktadır. Daha önceki yazılarımızda boyut kavramından söz etmiştik. Fiziktesomut olarak boyuttan bahsedecek olursak; boyut dediğimiz şey bir nevi fotoğraf makinesiyle yapılan zoom (yakınlaştırma) gibidir. Buna basit bir örnek verecek olursak; maddenin atomlardan, atomun ise çekirdek ve çevresi etrafında dönen elektronlardan olduğunu biliyoruz. Atomun çekirdeğinde ise nötron ve proton bulunmaktadır. Proton ise kuark dediğimiz parçacıklardan oluşmaktadır.
Standart Modelin içerisindeki temel parçacıklar; kuark, nötrino ve lepton gibi parçacıkların son durağı ise (daha küçük yapıtaşları) sicimlerdir. Sicimleri tarif edecek olursak; kabaca enerji telleridir diyebiliriz. Sicimin keman yayıyla benzerlik gösterdiğini söylemiştik. Kemanın tellerine baskı uygulayıp vurduğumuzda farklı sesler (notalar) duyarız. Sicim Teorisinde ise titreşen her sicim, titreştiği oranda farklı parçacıklar oluşturmaktadır. Konuyu özetlememiz gerekirse, her parçacık teoriye göre sicimlerden oluşmaktadır. Nasıl bir kemanın her teline vuruşunda farklı bir nota çıkıyorsa, bir sicimin her titreşim düzeyi de farklı parçacıkları meydana getirmektedir.
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/06/her-seyin-teorisi-i-sicim-kuram.html
Higgs Bozonu II: (Soru-Cevap)
'' Higgs Bozonu Bir Parçacığa Nasıl Kütle Kazandırıyor? ''
Öncelikle bu soruyu cevaplamadan önce''Higgs Alanı'' kavramını iyi bilmemiz gerekiyor. Higgs Bozonu oluşumu ve sonrasında maddeye kütle kazandırmaktadır. Higgs Bozonu oluşurken belirli bir alan içerisinde gerçekleşir. İşte biz bu alana ''Higgs Alanı'' diyoruz. Basitçe anlatacak olursak; bir parçacık Higgs Alanı içerisinden geçerken alanla etkileşime giriyor ve Higgs Alanı dediğimiz alan birden ortadan kayboluyor ve alanın içerisinden geçen parçacık birden kütle kazanıyor. Bu ''kütle'' sayesinde atomlar ve buna bağlı olarak ''madde'' dediğimiz formlar oluşuyor. Çevremizde görmüş olduğumuz birçok şey ''madde'' formundadır. Hatta bizler bile birer maddeyiz.
Eğer gündemi takip eden arkadaşlarımız varsa ''Higgs Bozonu kesinlikle bulundu.'' gibi söylemleri mutlaka görmüşlerdir. Aslında teorik olarak Higgs Bozonu hiçbir zaman %100 olarak bulunamaz.
'' Higgs Bozonu Neden %100 Bulunamıyor? ''
Tam rakamıyla söyleyecek olursak Higgs’in varlığından %99.9999426697 oranında eminiz şu an için. Gelecekte CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndan gelecek ilave verilerle bu rakam daha da yükselebilir ama hiçbir zaman yüzde 100 olmayacak.
Bunun sebebi klasik fizikte değil kuantum fiziğinde yatıyor. Kuantum mekaniğinin meşhur belirsizlik ilkesinin emirleri gereği atom altı parçacıkların konumunu ve hızını aynı anda bilemiyoruz. Bunu bilemediğimiz için de olasılık teorisinden ve bunun matematiğinden yararlanarak çok kuvvetli tahminler yapıyoruz. Mesela yüzde 99. 9999426697 oranında emin olmak şu anlama geliyor: CERN’deki deney 3 milyon kere tekrarlansa bu tekrarlarda ancak 1 kez Higgs’e benzeyen bir şey tesadüfen ortaya çıkabilir. Eğer bir şey yüz seferden 99. 9999426697 seferinde ortaya çıkıyorsa o Higgs’dir.
'' Higgs Bozonu Gelecekte Ne İşimize Yarayacak? ''
Evet, Higgs Bozonu'nun varlığından çok büyük bir yüzdeyle eminiz. Eğer ileride Higgs Bozonu'nu çok iyi bir şekilde kullanabilirsek , kütlesi büyük olan bir maddenin kütlesini azaltabiliriz ve aynı şekilde kütlesi az olan bir maddenin kütlesini arttırabiliriz. Eğer bir maddenin kütlesi azaltırsak o maddenin hız açısından kapasitesini arttırmış oluruz. Bu da ışık hızına yetişmemiz için büyük bir fırsat. Ancak bilim insanları her ne kadar bu çalışmalara başlasa da şu an için elde kesin bir sonuç yok. Çünkü Higgs Bozonu'nu maddenin içerisinde küçülttüğümüz zaman atom hemen dağılıyor ve bozunmaya uğruyor.
Her ne kadar bazıları Higgs Bozonu'nu şu an için gereksiz ve boşa yatırım olacak görse de aslında bu çok büyük yanlış. Elektron ilk bulunduğu zaman herkes ''elektron ne işe yarayacak?'' demişti. Şimdi ise elektrik var. Higgs Bozonu'nu her ne kadar şu an verimli bir şekilde kullanamasak ta bizden sonraki kuşakların geleceğini değiştireceği kesin gözüyle bakılıyor.
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/06/higgs-bozonu-ii-soru-cevap.html
Öncelikle bu soruyu cevaplamadan önce''Higgs Alanı'' kavramını iyi bilmemiz gerekiyor. Higgs Bozonu oluşumu ve sonrasında maddeye kütle kazandırmaktadır. Higgs Bozonu oluşurken belirli bir alan içerisinde gerçekleşir. İşte biz bu alana ''Higgs Alanı'' diyoruz. Basitçe anlatacak olursak; bir parçacık Higgs Alanı içerisinden geçerken alanla etkileşime giriyor ve Higgs Alanı dediğimiz alan birden ortadan kayboluyor ve alanın içerisinden geçen parçacık birden kütle kazanıyor. Bu ''kütle'' sayesinde atomlar ve buna bağlı olarak ''madde'' dediğimiz formlar oluşuyor. Çevremizde görmüş olduğumuz birçok şey ''madde'' formundadır. Hatta bizler bile birer maddeyiz.
Eğer gündemi takip eden arkadaşlarımız varsa ''Higgs Bozonu kesinlikle bulundu.'' gibi söylemleri mutlaka görmüşlerdir. Aslında teorik olarak Higgs Bozonu hiçbir zaman %100 olarak bulunamaz.
'' Higgs Bozonu Neden %100 Bulunamıyor? ''
Tam rakamıyla söyleyecek olursak Higgs’in varlığından %99.9999426697 oranında eminiz şu an için. Gelecekte CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndan gelecek ilave verilerle bu rakam daha da yükselebilir ama hiçbir zaman yüzde 100 olmayacak.
Bunun sebebi klasik fizikte değil kuantum fiziğinde yatıyor. Kuantum mekaniğinin meşhur belirsizlik ilkesinin emirleri gereği atom altı parçacıkların konumunu ve hızını aynı anda bilemiyoruz. Bunu bilemediğimiz için de olasılık teorisinden ve bunun matematiğinden yararlanarak çok kuvvetli tahminler yapıyoruz. Mesela yüzde 99. 9999426697 oranında emin olmak şu anlama geliyor: CERN’deki deney 3 milyon kere tekrarlansa bu tekrarlarda ancak 1 kez Higgs’e benzeyen bir şey tesadüfen ortaya çıkabilir. Eğer bir şey yüz seferden 99. 9999426697 seferinde ortaya çıkıyorsa o Higgs’dir.
'' Higgs Bozonu Gelecekte Ne İşimize Yarayacak? ''
Evet, Higgs Bozonu'nun varlığından çok büyük bir yüzdeyle eminiz. Eğer ileride Higgs Bozonu'nu çok iyi bir şekilde kullanabilirsek , kütlesi büyük olan bir maddenin kütlesini azaltabiliriz ve aynı şekilde kütlesi az olan bir maddenin kütlesini arttırabiliriz. Eğer bir maddenin kütlesi azaltırsak o maddenin hız açısından kapasitesini arttırmış oluruz. Bu da ışık hızına yetişmemiz için büyük bir fırsat. Ancak bilim insanları her ne kadar bu çalışmalara başlasa da şu an için elde kesin bir sonuç yok. Çünkü Higgs Bozonu'nu maddenin içerisinde küçülttüğümüz zaman atom hemen dağılıyor ve bozunmaya uğruyor.
Her ne kadar bazıları Higgs Bozonu'nu şu an için gereksiz ve boşa yatırım olacak görse de aslında bu çok büyük yanlış. Elektron ilk bulunduğu zaman herkes ''elektron ne işe yarayacak?'' demişti. Şimdi ise elektrik var. Higgs Bozonu'nu her ne kadar şu an verimli bir şekilde kullanamasak ta bizden sonraki kuşakların geleceğini değiştireceği kesin gözüyle bakılıyor.
Alıntı : http://www.bilimedair.net/2013/06/higgs-bozonu-ii-soru-cevap.html