Eski Yunan düşünürleri, tüm cisimlerin atom denilen küçük parçacıklardan meydana geldiğini düşünüyorlardı. Evreni ve tüm canlıları; hiçbir yönlendirme olmadan, hiçbir bilinçli müdahaleye maruz kalmaksızın, bu atomların şekillendirdiğini iddia ediyorlardı. Bu inanışa göre, madde ezeli ve ebedi idi ve maddenin dışında hiçbir varlık söz konusu değildi. Varlıkların yapı ve davranışlarında doğaüstü olayların müdahalesi kabul edilemezdi. Her şey, maddenin mutlak varlığı inancına dayanıyordu. Bu anlayış herşeyin görülen boyuttaki maddeden ibaret olduğuna dair sınırlı anlayışın temelini oluşturuyordu.
Materyalizme göre, evren sonsuzdu ve evrende bir amaç ve özel yaratılış da yoktu. Evrendeki tüm denge, ahenk, uyum ve düzen, materyalistlere göre sadece tesadüflerin eseri idi. Materyalizm her şeyin, şuursuz atomların rastgele bir araya gelmeleri sonucunda meydana geldiğini ve dış dünya her ne kadar mükemmel bir komplekslik, denge ve müthiş bir düzen sergilese de, tüm bunların amaçsız tesadüflerin bir sonucu olduğunu iddia ediyordu.
Virginia Üniversitesi'nden fizik profesörü Stanley Sobottka, materyalist bakış açısını şöyle tanımlamaktadır:
Kısaca özelleştirirsek bu materyalist felsefenin özeti "Ben bir vücudum" şeklindedir.(1)
Materyalist bakış açısında insanlar, kendilerini proğramlanmış bir makine olarak tanımlamaktan çekinmediler. Şuurlu bir varlık statüsünde olduklarını inkar ettiler. Kendilerini tesadüflerin var ettiğini iddia ettiler.
Maddenin mutlak gerçekliğine inanan bu insanlar aslında, Delaware Üniversitesi Bartol Araştırma Enstitüsü'nden kuantum parçacık fizikçisi Stephen M. Barr'ın ifadesiyle eski dönem paganistlerinden neredeyse farksızdılar. Materyalist aynı şeyi, ruhu inkar edip her şeyi madde seviyesine indirgeyerek gerçekleştirdi. Paganlar, hareketlerin yörüngeler ve yıldızlar tarafından kontrol edildiğini söylemişti; materyalistler ise, kendilerinin, beyinlerindeki elektronların yörüngeleri tarafından kontrol edildiklerini iddia ettiler.(2)
Oregon Üniversitesi Kuramsal Bilimler Enstitüsü fizik profesörü Amit Goswami, materyalizmin insanlara aşılamak istediği temel mantığı şu şekilde açıklamıştır:
Oysa insan evrensel yaratıcı bir gücün dahilinde iş gören sınırsız potansiyele sahip bir varlıktır. İnsan, amaçsız ve sorumsuz bir varlık değildir, deterministik dünya görüşünün aksine şuursuz bir makine değildir. İnsan, evrene yaşama ve onun tüm içeriğindeki oluşumlara karşı sorumlu bir varlıktır ve eylemleri ile kendi ruhsallığının keşfine doğru tekamülsel bir süreç içindedir.
Tek boyutlu maddesel ve mekanik bir evren modelinin dışında evren çok boyutlu kendini düşünen ve yaşayan devasa bir varlık gibi görülebilir. 19. yüzyılda, klasik fizikçilerin büyük bir çoğunluğu, maddenin ana öğelerinin tıpkı bilardo topları gibi, cansız, bölünemeyen atomlardan oluştuğunu ve evrendeki düzen ve kompleksliğin kaynağının atomların rastgele hareketlerinin bir sonucu olduğunu sanıyorlardı. Klasik anlayışa göre, yeryüzündeki canlılık da dahil olmak üzere her şey, bilinçsiz bir süreç içinde tesadüf eseri var olmuştu. Atomlar; bilinçsiz, şuursuz birliktelikler kurmuşlar ve şu anda karşımızda gördüğümüz özellikleriyle dünyayı, dahası hücresel bir organizmanın dahilinde gelişen akıl ve şuur sahibi olan bizleri meydana getirmişlerdi. Oysaki içinde hayatiyet ve ruhsallık olan şuurlu bir evren modeli daha kabül edilebilir bir evren modelidir. İnsan şuuru bu evrensel şuurla bir şekilde bağlantı kurabilme yetisini kendi içinde saklamaktadır.
Materyalist bakış açısında şuursuz atomların her şeyin temeli olduğu iddiası bir açıdan doğrudur.Çünkü insan hücreleri maddeler ve eşyalar atomlardan kurulu materyallerdir. Ama biz sadece gerçeğin çok sınırlı bir vechesini görüyoruz. Atomlar tıpkı daha üst düzeyli bir boyuttan uzanan iplere bağlı kuklalar gibidirler. Evrensel şuurlu bir enerji onları yönlendirmektedir. Nasıl bir bilardo masasındaki toplar kendiliğinden hareket etmiyorsa evrendeki enerjininde hareketi bilinçli bir proğram dahilinde işlev görmektedir. Peki mekanistik - deterministik sınırlı bir bakış açısına göre her şeyin sebebi olan atom nasıl bir şey?
Çetin BAL: Bir gerçek var ki o da hayatın kaynağı açısından maddeleri ve atomları devre dışı bırakmak yok saymak son derece yanlış bir bakış açısının ürünüdür. Bilakis atomları enerjiyi ve maddeyi evrensel bilincli bir enerjinin değişik düzeylerdeki yoğunlaşımları olarak görmek gerekir. Madde öz itibarı ile ruhsal enerjinin karekteristiğidir.Maddeyi hareketten, enerjiden şuurdan( ruhsallıktan) soyutlamak yanlış olur. Tüm bunları birbirini tamamlayan oluşumlar olarak görmek gerekir.Tüm olay ÖZ cevherin değişik şekildeki titreşim biçimlerinin bir dansıdır.
Atom, bir bakıma bir boşluktur ve bu gerçekten de doğrudur. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: Nötron ve protonların birlikte oluşturduğu atom çekirdeğini, sadece 1 mm çapında, bir toplu iğne başı büyüklüğünde kabul edersek; çekirdeğin etrafında dönen elektron bu çekirdekten tam 100 metre uzaklıkta bir noktada bulunmaktadır.(4)
Çekirdekle elektronlar arasındaki bu büyük mesafe içinde ise var olan şey sadece boşluktur. Hiçbir şeyin, hiçbir maddenin bulunmadığı bu 100 metrelik boşluk, gerçek anlamda bir "boşluk"tur. İşte bu nedenle uzmanların atomu bir boşluk olarak kabul etmeleri bir bakıma doğrudur. İngiliz fizikçi Sir Arthur Eddington'un belirttiği gibi, "madde çoğunlukla hayalet gibi boş alandan oluşmaktadır." (5)
Daha kesin konuşmak gerekirse, atomun %99.9999999'unda hiçbir şey yoktur.
Kaliforniya Üniversitesi'nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, atomla ilgili olarak bu gerçeği şu şekilde açıklamıştır:
20. yüzyılın başlarında her şeyin en ufak parçası olarak kabul edilen atomun içinde dev bir boşluk olduğu, bu boşluğun içinde de bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlar olduğu biliniyordu. Maddenin de, atomun da, onun içindeki temel parçacıkların da işlevleri yalnızca genel hatlarıyla anlaşılmıştı. Peki atom çekirdeğinde, 10-18 metrelik bir alanda, yani santimetrenin milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda biri kadarlık bir alanda ne vardı? İşte bilim adamları bunu bilmiyorlardı.
1960'lı yıllarda, bilimsel alanda çok önemli bir keşif gündeme geldi. Protonun derinliklerinde, ismine kuark denilen parçacıklar olduğu fark edildi. Bu olağanüstü küçük parçacıklar, protonun artı yükünün ve nötronun yüksüzlüğünün sebebiydiler. Zamanla yapılan araştırmalar sonucunda anlaşıldı ki, atomun 0.0000001'ini oluşturan hacmin içinde müthiş bir dünya var.
Deterministler, atomun derinliklerine doğru indikçe ve maddenin en küçük yapı taşının olağanüstü detaylarını gördükçe, çözümü bu konudaki teorilerini farklı bir yönde geliştirmekte buldular. Tüm evrenin bilinçsizce, rastgele bir şekilde ortaya çıkması için, yalnızca atomların değil, atomun içindeki dünyanın, yani atom altı parçacıklarının parçacık hareketlerinin de nasıl meydana geldiğini açıklamaları gerekiyordu. evrenin bir takım maddesel yasalarla yönetilen bilinçsiz maddeler topluluğu olduğu iddiası, mekanistik evren görüşüne sahip zihinlerdeki yerini korumaktaydı. Ta ki, kuantum fiziği keşfedilinceye kadar...
Evrenin içerik itibarı ile herşeyi içine alan büyük bir zihin olduğu anlayışına dair bizi götüren Keşif: Kuantum Fiziği
Isaac Newton'a göre ışık, "corppuscule" adı verilen bir madde akımıydı. Tümüyle parçacıklardan oluşuyordu. Bir başka deyişle kuantum fiziği keşfedilene kadar kabul gören geleneksel Newton fiziğinin temeli, ışığın bir parçacık yığını oluşuna dayanıyordu. 19. yüzyıl fizikçilerinden James Clerk Maxwell ise ışığın dalga davranışı gösterdiğini öne sürüyordu. Kuantum teorisi, fiziğin bu en büyük tartışmasını uzlaştırdı.
1905 yılında Albert Einstein, ışığın kuantalara, yani enerji paketçiklerine sahip olduğu iddiasını ortaya attı. Bu enerji paketçiklerine foton adı veriliyordu. Parçacık olarak adlandırılsalar da, fotonlar 1860'larda James Clerk Maxwell'in iddia ettiği gibi dalga hareketine eşit şekilde gözlemlenebiliyordu. Dolayısıyla ışık, dalga ve parçacık arasında bir geçiş gibiydi.(8) Ancak bu durum, Newton fiziği açısından oldukça büyük bir çelişki sergiliyordu.
Einstein'ın hemen ardından Alman asıllı fizikçi Max Planck, ışık üzerinde çalışmalar yaparak, ışığın hem dalga hem de parçacık halinde bulunduğu değerlendirmesini yaptı ve tüm bilim dünyasını şaşırttı. Kuantum teorisi adı altında ortaya attığı bu teoriye göre enerji, düz ve sürekli değil, kesik, kopuk ve noktasal paketçikler halinde yayılıyordu. (Kuantum kelimesi, Latince'de "nicelik", fizikte ise "parçacık" anlamına gelmektedir.) Bu düşünce Planck sabiti olarak matematiğe kazandırıldı. Kuantum olayında ışık, hem madde hem de dalga özelliği göstermekteydi. Foton denilen maddeye, uzayda bir de dalga eşlik etmekteydi. Yani ışık, uzayda yol alırken dalga gibi, önüne engel çıkınca aktif bir parçacık gibi davranmaktaydı. Bir başka deyişle ışık, önüne bir engel çıkana kadar bir enerji şekline bürünüyor, bir engelle karşılaştığında ise sanki maddesel bir varlığı varmış gibi kum tanelerini andıran parçacıklar şeklini alıyordu. Bu teori, Planck'ın ardından Albert Einstein, Niels Bohr, Louis De Broglie, Erwin Schroedinger, Werner Heisenberg, Paul Adrian Maurica Dirac ve Wolfgang Pauli gibi bilim adamları tarafından geliştirildi. Her birine bu büyük buluştan dolayı Nobel ödülü verildi.
Amit Goswami, ışığın bu yeni keşfedilmiş özelliği ile ilgili şunları söylüyordu:
Bilim adamları, artık maddenin cansız, kör ve anlaşılmaz parçacıklar olduğuna inanmıyorlardı. Bir başka deyişle kuantum fiziği, materyalist bir anlam taşımıyordu. Çünkü maddenin özünde, maddesel olmayan bir şeyler vardı. Einstein, Phillip Lenard ve Compton ışığın tanecik yapısını araştırırken, Louis De Broglie de dalgaların yapısını incelemeye başladı. Broglie'nin keşfi ise olağanüstüydü. Yaptığı çalışmalar sonucunda atom altı parçacıkların da dalga özellikleri gösterdiklerini gözlemlemişti. Elektron, proton gibi parçacıklara da dalga boyu eşlik etmekteydi. Yani genel kanının aksine bilim adamlarının mutlak madde olarak tanımladığı atomun içinde, bilinen inancının aksine maddesel nesneler değil, aslında var olmayan enerji dalgaları vardı. Yani varolan ama bir olasılık dalga bulutu ile tanımlanabilen farklı bir maddesel realite vardı. Artık klasik dünyamızdaki maddesel nesne davranışları ve görüntüleri yerini belirsiz bir takım olasılık dalgalarına bırakmıştı. Atomun içindeki bu küçük parçalar, tıpkı ışık gibi, istedikleri zaman dalga gibi davranıyor, istedikleri zaman da parçacık özelliği gösteriyorlardı. Yani daha realist ve klasik yoruma göre atomun içinde " katı ve sert olarak mutlak şekilde var olan madde" beklentilerin aksine kimi zaman görülebilir oluyor, kimi zaman da yok oluyordu. Bu önemli keşif, gerçek dünya zannettiğimiz görüntülerin birer gölge varlık olduğunu, maddenin, fizikten tamamen uzaklaştığını ve metafiziğe yöneldiğini gösteriyordu. (10)
Fizikçi Richard Feynman, atom altı parçacıkları ve ışıkla ilgili bu ilginç gerçeği şu sözlerle açıklıyordu:
Tüm bunları özetlersek, kuantum mekanikçilerinin söyledikleri, nesnel dünyanın bir illüzyon olduğuydu.(12) Max Planck Institude of Physics (Max Planck Fizik Enstitüsü) yöneticisi Prof. Hans-Peter Dürr, bu gerçeği şu şekilde özetliyordu:
1920'lerde en ünlü fizikçiler, Paul Dirac'tan Niles Bohr'a, Albert Einstein'dan Werner Heisenberg'e kadar herkes, kuantum deneylerinin sonuçlarını açıklamak için uğraştı. Sonunda, 1927'de Brüksel'deki beşinci Solvay Fizik Kongresi'nde bir grup fizikçi –Bohr, Max Born, Paul Dirac, Werner Heisenberg ve Wolfgang Pauli– Kuantum Mekaniğinin Kopenhag Yorumu olarak adlandırılan bir uzlaşmaya vardılar. Bu isim, grubun liderliğindeki Bohr'un çalıştığı yerin adıydı. Bohr, kuantum teorisinin öngördüğü fiziksel gerçekliğin, bir sisteme dair bizim sahip olduğumuz bilgi olduğunu ve bu bilgiye dayanarak ortaya attığımız tahminler olduğunu öne sürdü. Ona göre bizim beynimizdeki bu "tahminler", "dışarıdaki" gerçek ile alakasızdı. Yani "içimizdeki dünya", Aristo'dan bu yana fizikçilerin merak ettiği başlıca konu olan "dışarıdaki gerçek" dünya ile ilgili değildi. Fizikçiler, bu görüş ile ilgili eski düşüncelerini bir kenara atmışlar ve kuantum anlayışının fiziksel sistem üzerinde yalnızca "bizim bilgimizi" temsil ettiği konusunda hemfikir olmuşlardı.(14) Bir başka deyişle bizim algıladığımız maddi dünya, yalnızca bizim beynimizdeki bilgiler ile var oluyordu. Yani dışarıdaki maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olamıyorduk.
Jeffrey M. Schwartz, Kopenhag yorumuna göre ortaya çıkan sonucu şu şekilde tanımlıyordu:
Özetle, kuantum mekaniğinin tüm geleneksel yorumu, bir "algılayanın" varlığına bağlı idi.(16)
Amit Goswami, bu gerçeği şu şekilde tanımlamıştı:
Bu elbette bizim algı dünyamız için geçerlidir. Elbette dış dünyada Ay'ın varlığı aşikardır. Ama biz baktığımızda ancak Ay'ın kendi algı dünyamızdaki varlığı ile karşılaşırız.
Kaliforniya Üniversitesi'nden nörobilimci ve psikiyatri profesörü Jeffrey M. Schwartz ise, kuantum fiziğinin gösterdiği bu gerçekle ilgili olarak The Mind and The Brain (Zihin ve Beyin) kitabında şu satırlara yer vermiştir:
Kuantum fiziğindeki gözlem güçlü bir şekilde ifade edilememektedir. Klasik fizikte (Newton fiziği) gözlemlenen sistemler, onu gözlemleyen ve araştıran bir bilincin varlığından bağımsız olarak bir varlığa sahiptir. Ancak kuantum fiziğinde, yalnızca gözlemleme sonucunda fiziksel bir niceliğin gerçek bir değeri olur.(18)
Jeffrey M. Schwartz, çeşitli fizikçilerin konuyla ilgili yorumlarını ise şu şekilde özetlemiştir:
Ülkemizde de gösterilen "What the Bleep Do We Know" (Ne Biliyoruz ki?) belgesel filimindeki konuk fizikçilerden Fred Alan Wolf ise bu gerçeği şu şekilde tanımlamıştır:
80 yıl süren insan zekasının gerçekleştirebileceği en ilginç ve hassas deneylerden sonra kesin ve bilimsel olarak ispatlanmış olan kuantum fiziğine karşı hiçbir karşıt görüş yoktur. Yapılmış deneylerin getirdiği sonuçlara önerilebilen bir karşıt görüş de yoktur. Kuantum teorisi, yüzlerce farklı yönden mümkün olan her türlü denemeye tabi tutulmuş ve bilim adamlarının geliştirdiği her türlü testi geçmiştir.(21) Sayısız bilim adamına Nobel ödülü kazandırmıştır ve hala kazandırmaktadır. Koşulsuz olarak tek gerçek şeklinde kabul edilmiş Newton fiziğinin getirdiği en temel kavramı, mutlak madde kavramını ortadan kaldırmıştır. Eski fiziğin destekçileri, maddenin tek ve gerçek varlık olduğuna inanan materyalistler, kuantum fiziğinin getirdiği "maddesizlik" gerçeği karşısında gerçek bir bocalama yaşamışlardır. Artık tüm fizik yasalarını metafizik içinde aramak zorundadırlar. Bu büyük şok, 20. yüzyıl başlarında, materyalistlere, şu an bu satırlarda tarif edilemeyecek kadar büyük bir şaşkınlık yaşatmıştır. Kuantum fizikçisi Bryce Dewitt ve Neill Graham bu durumu şu şekilde tarif etmektedirler:
Elektronların Dalga Özelliği ve Bilimsel Kanıtı
Atom altı parçacıklarının söz konusu ilginç özelliğini gösteren en önemli deney, çift yarık deneyidir. Bu deney, ışığın ve elektronun dalga gibi davrandığını, ikisinin de aynı ölçüde garip özellik gösterdiğini görmek için yapılmıştır. Burada konuyu daha iyi anlayabilmek için deneyin, elektron yerine kum tanecikleri ile yapıldığı varsayılmıştır.
Büyük bir parçacık kaynağını, örneğin bir kum üşeyicisini bir duvarın karşısına getirelim. Üzerinde iki tane yarık bulunsun. Duvarın diğer tarafında da bu iki yarık içinden geçen parçaları izleyen bir ekran bulunsun. Parçacıklar, kaynaktan salınır, yarık üzerinde hareket eder ve ekrana çarparlar. Pek çok parçacığın yarıkların içinden geçmesini ve ekrana çarpmasını izledikten sonra, ekran üzerinde iki yığın şeklinde noktacıklar oluştuğunu görürüz. Birinci yığın, ilk yarık üzerinden gelen parçacıklar; diğer yığın da diğer yarık üzerinden gelenler. Olay beklediğimiz gibi gelişmiştir.
Şimdi deneyi, farklı şekilde yaptığımızı düşünelim. Söz konusu deney ortamını belirli bir madde ile dolduralım, örneğin su. Kum tanecikleri yerine bir titreşim aleti kullanalım. Bu alet ortamı hareketlendirsin ve sürekli olarak tüm yönlere doğru su dalgaları oluştursun. Dalgalar, parçacıklar gibi belli bir alan içinde sınırlı değildir. Ortamın tamamının içine yayılabilir. Sonuç olarak, aynı anda her iki yarıktan da geçen dalgalar tek bir ortam içinde yayılır, birbirleriyle karşılaşır ve birbirlerinin hareketini engellerler. Bir dalganın tepe noktası diğeri ile karşılaşınca, birbirlerinin etkisini yok eder. Dalga etkisi gider ve geriye su yüzeyinde bir düzlük kalır. Bu engelleme, dalgaların en temel özelliğidir.
Deney elektronlar üzerinde yapıldığında, kum taneciklerinde olduğu gibi büyük miktarlarda atom yığınının ekrana çarpması yerine, elektronların birbirlerini engelledikleri gözlemlenmiştir. Bir başka deyişle, parçacık olarak kabul edilen elektronlar için beklenen olmamıştır. Dolayısıyla, elektronlar engelleme özelliği gösterdiklerinden dalga özelliği taşımalı, parçacık olmamalıdırlar. Ama elektronlar dalga da olamazlar, çünkü tıpkı parçacıklar gibi, ekrana aralıklı yığınlar halinde çarpmışlardır. Bu durumda gözlemlerimiz, elektronların kaynaktan çıktıklarında ve ekrana ulaştıklarında parçacık oldukları, ama bunun arasındaki her yerde dalga olduklarıdır. Bu gerçekten de çok gariptir.(23)
Bu deneysel kanıt, klasik maddesel dünya görüşünü ortadan kaldırmıştır. Klasik tanıma göre her parçacık, mutlaka uzayda belli bir yerde nesnel bir varlığa sahiptir. Yine bu anlayışa göre, bir elektron bir aralık boyunca tek bir güzergah izlemelidir ve yönü belli olmayan dalga gibi iki aralık arasında hareket etmemelidir. Ama bu beklenti karşılıksız kalmıştır.
Burada bahsettiğimiz dalga, suda oluşan dalga gibi fiziksel bir anlam taşımamaktadır. Buradaki dalga, elektron dalgalarıdır. Bu dalgalar, bizim fiziksel dünyamızdaki üç boyutlu ortamda var olmamaktadırlar.
Söz konusu dalga kavramını ünlü fizikçi Fred Alan Wolf şu şekilde tarif etmektedir:
Fred Alan Wolf'a göre, elektronlarla ilgili kesin ve bilimsel olan gerçek; bildiğimiz fiziksel veya matematiksel kavramlar içinde anlaşılmasının imkansız olduğudur. Ancak bizler zaten dışarıdaki gerçeklikle hiçbir zaman bir bağlantı içinde olamayız. Kendi algılarımızı aşarak dış dünyanın aslına ulaşmamız imkansızdır.
Çift yarık deneyi, tüm atom altı parçacıkları ile denenebilir. Ama sonuç hep aynı olacaktır. Çünkü kuantum mekaniği, tüm evrene hakimdir. Milyonlarca atom bir araya gelip büyük bir nesneyi veya bir insanı meydana getirdiğinde, söz konusu engelleme etkisinin gözlemlenme ihtimali de azalır. Ama bunun anlamı, kuantum mekaniğinin artık geçersiz olduğu değildir. Sadece bu işlem artık gözlemlenememektedir. Dolayısıyla bu gerçek, maddenin tümü için geçerlidir. Washington Üniversitesi'nden matematikçi Thomas McFarlane'e göre kuantum mekaniğinde, günlük yaşantımızda karşımıza çıkan büyük objeler de aslında nesnel olarak var olan maddeler değildirler. Farlane'e göre, nesnel olarak var olan dünyanın görüntüsü, sadece bir illüzyondur.(25)
Çift yarık deneyi ile kanıtlanmış olan şey, elektronların bildiğimiz fiziksel ve matematiksel kavramlarla anlaşılmasının imkansız oluşudur. Ancak bizler zaten dış dünyadaki gerçeklikle hiçbir zaman bir bağlantı içinde olamayız. Algılarımızın bize gösterdiklerini aşarak, dış dünyanın aslına ulaşmamız mümkün değildir.
Kuantum mekanikçilerinin bilimsel olarak ispat ettikleri şey, nesnel dünyanın yoğunlaştırılmış bir dalga şeklinde var olduğudur. Kuantum mekanikçilerine göre insanı aldatan en büyük problem ise bizim algılarımızla var olan dünyada, gerçekliği oldukça ikna edici olan detay, keskinlik ve netliğin söz konusu olmasıdır. Oysa dışarıdaki dünya bize hiçbir zaman ulaşmamaktadır. Bizler, dışarıdaki gerçekliği, dışarıda var olan madde dünyasının aslını hiçbir zaman göremeyiz. Bizim zihnimizde oluşan bir dünya vardır ve bizim algılarımızla var olmasına rağmen bu dünya mükemmel bir netlikle oluşmaktadır. Günlük yaşantımız, dışarıda var olan gerçeklik ile oldukça çelişkili bir görünüm sunmaktadır. Bu durumda karşımıza çıkan soru, fiziksel gerçeklerin mi, yoksa bizlere doğru ve net görünenlerin mi doğru kabul edilmesi gerektiğidir. Thomas J. McFarlane, bu soruya bir karşılaştırma yapılarak cevap bulunabileceğini belirtmektedir.
McFarlane'e göre günümüz bilim adamlarının, bu cevabı bulmak için bundan 300 yıl öncesine gidip, Dünya'nın düz olduğuna inanan insanlarla karşılaştığını düşünebiliriz. Bilim adamları, onların hatasını düzeltmek için onlara kibarca yanlış düşündüklerini, Dünya'nın aslında yuvarlak olduğunu söylerler. Onlar ise muhtemelen, bilim adamlarına neden böylesine çılgınca bir fikre kapıldıklarını soracaklardır. Bilim adamları ise onlara, o dönemin şartları ve bilgisi dahilinde kendi tezlerini kanıtlayacak tek bir delil bile getiremeyeceklerdir. Ancak onlar günümüz insanlarına, tüm deneyimlerine dayanarak ve bununla ilgili deliller getirerek Dünya'nın düz olduğunu kendilerince açıklarlar. Dahası, yeryüzünü ölçmek ve yol haritaları yapmak için gezegen geometrisi kavramını kullanır ve günlük yaşamlarında bununla çelişen hiçbir şey bulmazlar. Aynı şekilde, geniş bir araziye veya denize baktıklarında da hiçbir eğrilik görmediklerini söyler ve Dünya'nın yuvarlaklığını kanıtlayan hiçbir delil bulunmadığını iddia ederler. Bu durumda, "Dünya yuvarlaktır" iddiası bir aldatmaca gibi kalır. Bilim adamları, hiçbir şey kanıtlayamamış olarak, zaman makinelerine biner ve günümüze dönerler.(26)
McFarlane'e göre, dostlarımızı Dünya'nın yuvarlak olduğuna ikna edemememizin sebebi, elbette, Dünya ile karşılaştırıldığında çok küçük oluşumuzdur. Deneyimimiz coğrafik olarak küçük bir alanda sınırlı kaldığı için Dünya, gerçekte öyle olmadığı halde, düz gibi görünmektedir. Bir başka deyişle, Dünya'nın görünen düzlüğü aslında gerçek bir düzlük değildir, çünkü Dünya düz değildir. Ama bu, Dünya'nın büyüklüğü nedeniyle yanıltıcı bir düzlüktür. Dünya'nın yuvarlak olduğunu kanıtlamak için, günlük deneyimlerimizin ötesine gitmemiz gerekmektedir. Örneğin, bir uçak ile Dünya etrafında uçabilir veya bir uzay mekiği ile uzaya çıkabiliriz. Ama günlük deneyimlerimizle sınırlı kaldığımızda, düzlüğün bir illüzyon olduğuna dair hiçbir kanıtımız yoktur. Aynı şekilde, Dünya'nın düz olduğuna inanmamak için bir nedenimiz de yoktur. McFarlane, verdiği bu örnekten sonra sözlerine şu şekilde devam eder:
Maddenin katı ve sert görüntüsü, mekanistik ve determinist dünya görüşü ile birlikte kaybolup Gitmiştir
Kuantum mekaniğinin bizlere göstermiş olduğu sonuç şudur: Madde, klasik bakış açısı içerisinde iddia edildiği gibi her zaman klasik mekanik ölçüler içinde varolmayabilir.. Çevremizde gördüğümüz varlıklar da sandığımız gibi sadece bilardo topu şeklinde katı ve sert birer atom yığını değillerdirler. Kuantum fiziğine göre madde, klasik fizikçilerin hiç hesaba katmadığı boyutlar içinde nitelik değiştirmiş ve maddenin temelinin sadece bir enerji şekli olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Klasik madde anlayışı, kuantum fiziğinin gösterdiği gerçekler ile bilimsel anlamda kesin olarak çökmüştür.
Paul Davies ve John Gribbin, yeni fiziğin materyalizmi tamamen ortadan kaldırdığı gerçeğini şu şekilde özetlemektedirler:
Fizikçi Fred Alan Wolf ise, materyalizmi artık bilim adamlarının da terk etmiş olduklarını şu şekilde haber vermektedir:
Delaware Üniversitesi Bartol Araştırma Enstitüsü parçacık fizikçisi Stephen M. Barr, bu gerçeği şu sözlerle ifade etmektedir:
Kaynaklar:
|
1- Stanley Sobottka, A Course in Consciousness, http://faculty.virginia.edu/consciousness/
2- Stephen M. Barr, Retelling the Story of Science, Mart 2003 http://www.firstthings.com/ftissues/ft0303/articles/barr.html
3- Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 12
4- Taşkın Tuna, Ol Dedi Oldu "Big Bang'in Nefes Kesen Öyküsü", Ekim 2005, Şule Yayınları, s. 59
5- Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html
6- Fred Alan Wolf, The Spiritual Universe "One Physicist's Vision of Spirit, Soul, Matter and Self", Moment Point Press, 1999, s. 99
7- Can Science Seek to Soul, http://www.closertotruth.com/topics/mindbrain/113/113transcript.html
8- George Gilder http://www.taemag.com/issues/articleid.17078/article_detail.asp
9- Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 31
10- David Pratt http://www.theosophy-nw.org/theosnw/science/prat-mat.htm
11- Richard Feynman, The Character of Physical Law, Türkçe baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 149-151 - http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/kopenhag.htm
12- Thomas J. McFarlane, "The Illusion of Materialism" http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
13- Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html
14- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 272-273
15- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 274
16- Roger Penrose, The Road to Reality, Alfred A. Knopf, 2006 s. 1031
17- Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 59-60
18- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 264
19- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 274
20- What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse
21- Nick Herbert, Temel Bilinç, Ayna Yayınevi, 1999, s. 146
22- Nick Herbert, Temel Bilinç, Ayna Yayınevi, 1999, s. 143
23- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
24- Fred Alan Wolf, Mind into matter "A New Alchemy of Science and Spirit", 2001, Moment Point Press, s. 105
25- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
26- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
27- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
28- Paul Davies and John Gribbin, The Matter Myth "Dramatic Discoveries That Challenge Our Understanding of Physical Reality", Touchstone books, 1992, s. 14
29- Fred Alan Wolf, Mind into matter "A New Alchemy of Science and Spirit", 2001, Moment Point Press, s. 6-7
30- Stephen M. Barr, Retelling the Story of Science, http://www.firstthings.com/ftissues/ft0303/articles/barr.html
2- Stephen M. Barr, Retelling the Story of Science, Mart 2003 http://www.firstthings.com/ftissues/ft0303/articles/barr.html
3- Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 12
4- Taşkın Tuna, Ol Dedi Oldu "Big Bang'in Nefes Kesen Öyküsü", Ekim 2005, Şule Yayınları, s. 59
5- Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html
6- Fred Alan Wolf, The Spiritual Universe "One Physicist's Vision of Spirit, Soul, Matter and Self", Moment Point Press, 1999, s. 99
7- Can Science Seek to Soul, http://www.closertotruth.com/topics/mindbrain/113/113transcript.html
8- George Gilder http://www.taemag.com/issues/articleid.17078/article_detail.asp
9- Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 31
10- David Pratt http://www.theosophy-nw.org/theosnw/science/prat-mat.htm
11- Richard Feynman, The Character of Physical Law, Türkçe baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 149-151 - http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/kopenhag.htm
12- Thomas J. McFarlane, "The Illusion of Materialism" http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
13- Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html
14- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 272-273
15- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 274
16- Roger Penrose, The Road to Reality, Alfred A. Knopf, 2006 s. 1031
17- Amit Goswami, The Self-Aware Universe "How Consciousness Creates the Material World", Tarcher / Penguin Books, 1995, s. 59-60
18- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 264
19- Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 274
20- What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse
21- Nick Herbert, Temel Bilinç, Ayna Yayınevi, 1999, s. 146
22- Nick Herbert, Temel Bilinç, Ayna Yayınevi, 1999, s. 143
23- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
24- Fred Alan Wolf, Mind into matter "A New Alchemy of Science and Spirit", 2001, Moment Point Press, s. 105
25- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
26- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
27- http://www.integralscience.org/materialism/materialism.html
28- Paul Davies and John Gribbin, The Matter Myth "Dramatic Discoveries That Challenge Our Understanding of Physical Reality", Touchstone books, 1992, s. 14
29- Fred Alan Wolf, Mind into matter "A New Alchemy of Science and Spirit", 2001, Moment Point Press, s. 6-7
30- Stephen M. Barr, Retelling the Story of Science, http://www.firstthings.com/ftissues/ft0303/articles/barr.html
ALINTIDIR : http://u2.lege.net/cetinbal/HTMLdosya1/kuantuminancevreni.htm
0 yorum:
Yorum Gönder