1 Mart 2015 Pazar

Peygambere Roma'dan İthal İftira: Kureyza Katliamı




Walid N. Arafat

İslam ve Arapça Bilimleri Profesörü, Lancaster Üniversitesi.

Bu makale;

Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland
(JRAS),
(1976), s.100-107’de yayınlanmıştır.

ÖZET: BU MAKALE İSPATLAMAKTADIR Kİ; KUREYZA KATLİAMI OLARAK ANLATILAN VE MUHAMMED'İN 900 YAHUDİ ÖLDÜRDÜĞÜ SÖYLENİLEN HİKAYE ASLINDA ROMA-YAHUDİ SAVAŞINDAN ALINMA "MASADA KATLİAMI" HADİSESİNİN UYDURULARAK DEĞİŞTİRİLMİŞ HALİDİR. KUREYZA KATLİAMI DİYE BİR HADİSE BU HİKAYEDEN ESİNLENEREK UYDURULMUŞTUR. (özet bana aittir)


İslâm’ın doğuşunda, Yesrib’te(daha sonra Medine olarak geçecektir) yaşayan üç Yahudi kabilesinin  yanı sıra daha kuzeyde Hayber ve Fedek’te diğer Yahudi yerleşim yerleri de vardı. İlk başta, Hz. Muhammed, kutsal bir dinin takipçileri olarak Yesribli Yahudilerin, bu yeni tek tanrılı din olan İslam’ı anlayışla karşılayacaklarını ümit ediyordu. Fakat bu kabileler, İslâm’ın sağlam bir şekilde kök saldığını ve güç kazandığını fark ettiklerinde düşmanca bir tavır takındılar. Bu mücadelelerinin âkibeti ise, Yahudi topluluklarının Arabistan topraklarından silinmeleri olmuştur.

Tarihçilerin Peygamberimizin hayatı ile ilgili yazdıkları eserlerde; Beni Kaynuka’nın[1] ve ondan sonra Beni Nadir’in[2] müslümanları tahrik ettikleri, sonrasında muhasara edildikleri, teslim oldukları ve tüm taşınabilir varlıkları ile birlikte şehirden uzaklaşmayı kabul ettikleri belirtilmektedir. Daha sonra da, Hayber[3] ve Fedek[4] boşaltılmıştır. İbn İshak’ınSîret’ine[5] göre, Medine’deki Yahudi kabilelerinden üçüncüsü olan Beni Kureyza, İslam’ı yok etmek üzere Medine’ye yapılan bir saldırıda [Hendek veya Ahzâb Savaşı] Kureyşliler ve müttefikleriyle işbirliği yapmıştır. İslâm’a karşı yapılan bu en ciddi saldırı başarısızlıkla sonuçlanmış ve sonrasında Beni Kureyza Peygamber tarafından kuşatma altına alınmıştır. Daha önce Beni Nadir’in başına geldiği gibi, bunlarda teslim olmak zorunda kalmışlar, fakat Beni Nadir’den farklı olarak bunlar, [İslâm-öncesi]müttefiklerinden olan Evs kabilesi’nden Sa’d b. Mu’âz’ın hakemliğine başvurmuşlardır. Sa’d, Yahudilerin yetişkin erkeklerin öldürülmesi, kadınların ve çocukların köle olarak sahiplenilmesi kararını vermiştir. Bunun sonucunda, Medine’nin pazar yerinde hendekler kazılmış, Kureyza’nın erkekleri gruplar halinde getirilmiş ve boyunları vurulmuştur.[6] Öldürülen kişi sayısı hakkındaki rivayetler 400 ila 900 arasında değişmektedir.

Oysa ki, bütün bu rivayetler irdelendiğinde, ayrıntılar hakkında itirazlarda bulunulabilir: 600, 800 ya da 900[7] kadar Kureyzâlı’nın merhametsizce katledildiği iddiasının yanlışlığı ortaya konabilir; bu iddianın sonradan ortaya atılmış olduğu, kaynağının kadim Yahudi rivayetlerinin teşkil ettiği, Yahudi tarihinde, bu iddianın detaylarının şaşırtıcı bir netlikle elde edilebileceği ispatlanabilir.

Bu hususla ilgili Arap kaynakları incelenecek ve Yahudi haber kaynakları hakkında da değerlendirmede bulunulacaktır. Ayrıntıların güvenirliği değerlendirilecek ve erken Yahudi tarihi ilk örnekleri belirlenecektir.
En detaylı bilgiyi içeren en eski çalışma İbni İshak’ın Sîre’sidir. Bu eser ayrıca en kapsamlı ve en çok alıntı yapılan eserdir. Daha sonraki yıllarda, tarihçiler ondan yararlanmışlar ve çoğu durumda ona güvenmişlerdir.[8] Fakat İbn İshak hicretten sonra 151 yılında, yani bahis konusu olayın gerçekleştiği tarihten 145 yıl sonra vefat etmiştir. Ondan sonra gelen tarihçiler, olayı onun anlattığı şekilde almışlar, az veya çok ayrıntıları ihmal etmişler ve onun meçhul raviler listesini gözden kaçırmışlardır. Onlar, genellikle olayı kısaltmışlar ve olay onlara sadece aktarılması gereken sıradan bir olay gibi görünmüştür. Çoğu durumda da, bu tarihçilerin olaya ilgileri bununla sınırlı olmuştur. Gerçekte bazıları, ikna olmadıklarını belirtmiş olmakla beraber, daha fazla zahmete girmeyi göze almamışlardır. 

Mamafih bu otoritelerden biri olan İbn Hacer, bu olaya karşı çıkmış ve ilgili rivayetleri“garib olaylar” olarak nitelemiştir.[9] İbn İshak’ın çağdaşlarından fıkıh alimi Malik[10] ise, İbni İshak’ı bir ‘yalancı’[11] olarak açıkça suçlamış ve bu tip hikayeleri aktardığı için onu ‘deccâl[12] olarak nitelendirmiştir.

Peygamberin siretini yazan tarihçi ve yazarların, hadiscilerin titiz kurallarını uygulamadıkları hatırlanmalıdır. Bunlar her zaman, her biri güvenilir olarak nitelenen bir rivayet zinciri vermezler; biyografik ayrıntılara ve İslam’ın ilk yıllarında yaşanan olaylara yaklaşım tarzları, Peygamberin hadislerine ya da fıkıh ilmine olan yaklaşımdan daha az titizdir. Nitekim, Medine’nin kuşatılması ve Beni Kureyza’nın düşmesi olayları, İbn İshak tarafından, içinde Kureyza Yahudileri soyundan gelen Müslüman şahısların da yer aldığı bir gurup ravinin aktardığı bilgilerden derlenmiştir.
Oysa, bu geç dönem ve kesin olmayan kaynaklar yerine, anılan olaylarla eşzamanlı ve tümüyle sahih bir kaynak olan Kur’ân yer almalıydı. Ahzâb Sûresi’nin 26. ayetinde anılan olaya çok kısa bir atıf var:

Allah kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını [ferîqan] öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.

Görüldüğü üzere burada sayıyla ilgili herhangi bir bilgi yoktur.

İbn İshak, Medine’nin kuşatılması ile ilgili bölüme başlarken kaynaklarını vermektedir. Bunlar, Zebîr [b. Bâtâ] ailesinin bir andlaşmalı üyesi [مولى] ve “şaibeli görülmeyen” [من لا أتهم] diğerleridir. Bu şahıslar rivayetin çeşitli kısımlarını Abdullah b. Ka’b b. Malik, el-Zuhri, Asım b. Ömer b. Katâde, Abdullah b. Ebi Bekir, Muhammed b. Ka’b ve “diğer bir kısım ilim adamlarımızdan” [و غيرهممن علمائنا] rivayet etmişlerdir. Bu ravilerden her biri rivayete katkıda bulunmuş, böylece İbn İshak’ın versiyonu bütün bu rivayetlerin bir kolleksiyonunu oluşturmuştur. Sonraki aşamalarda, İbn İshak, Kureyza soyundan gelen başka birisinden, canı bağışlanmış olan Atiyye [عطية][13] isimli birisinden dolaylı ve rivayette adı geçen Kurazya’nın önde gelen üyelerinden biri olan Zebîr b. Bâtâ [الزبير بن باطا]’dan doğrudan alıntı yapmıştır.

Rivayet, Yahudi liderlerin düşmanca bir ittifak oluşturmak üzere Müslümanlara karşı organize olmalarını anlatmaktadır. Anılan liderlerden üçü Beni Nadîr, ikisi diğer bir Yahudi kabilesi Vâil arasında yer almaktadır. Bunlar, başta Kureyş olmak üzere; Ğatafan, Murre, Fezâre, Süleym ve Eşca‘ kabilelerini [Müslümanlara karşı] silahlanmaya ikna etmişlerdir. Böylesine bir muhasara gücü oluşturarak, Beni Nadir liderlerinden biri olan Huyey b. Ahtab, hala Medine’de bulunan üçüncü Yahudi kabilesi Beni Kureyza’yı zorlamış ve liderleri Ka’b b. Esed’in isabetli kararının aksine, Müslümanların müttefik taarruz güçlerinin karşısında duramayacakları şeklinde ümitlendirerek, onları Peygamber’e sadakatlerini bozmaya zorlamıştır. Huyey’e göre, Kureyzâ ve diğer Yahudiler bu yolla tekrar bağımsızlıklarını elde edebileceklerdi. Fakat Medine’nin muhasarası başarısızlıkla sonuçlanmış ve Yahudi kabileler [Müslümanlara karşı] tüm bu operasyonda yer almış olmalarının cezasına maruz kalmışlardır.

Âlimlerin ve tarihçilerin hikâyenin İbn İshak versiyonuna yaklaşımları; ya tereddütler karışmış bir kabullenme, ya da en azından iki önemli vak’ada görüldüğü gibi tenkid etme ve açık bir şekilde reddetme olmuştur. 

Kabullenici tutum; Peygamberin sireti ve gazvelerle ilgili rivayetler sonraki nesillerce alınırken gerekli hassasiyetin gösterilmemesi ve hadiscilerin veya fıkıhçıların eleştirel kıstaslarının uygulanmamasının bir sonucudur. Siretle ilgili rivayetler aktarılırken ya da kayıt altına alınırken, ravilerin dürüstlüğünü kontrol etme zorunluluğu yoktur.[14] Sürekli bir ravi zincirini vermek ya da ravileri vermek gerekli değildir. Bu husus, İbn İshak’ın Siret’inde açık bir şekilde görülebilmektedir. Diğer taraftan fıkıh söz konusu olduğunda, güvenilir kaynak ve kesintisiz rivayet zinciri elzemdir. Bu yüzden fıkıh âlimi olan Mâlik, İbn İshak’a değer vermemiştir.[15] 

Dolayısıyla insan, çok kolay bir şekilde, sonraki tarihçilerin ve hatta müfessirlerin İbn İshak’ın rivayetlerini aynen tekrarladıklarını ya da tüm rivayeti kısaltarak aktardıklarını görebilir. İbn İshak’tan yaklaşık 150 yıl sonra yaşamış olan Taberî bile, genellikle yaptığının aksine bir tutumla, rivayetin diğer versiyonlarını bulma çabasına girişmemiş; sadece, şöyle bir ifadeyle şüphesini ortaya koymuştur: "Vakidi, Peygamberin çukurlar kazdırdığını iddia etmiştir. İbni Kayyım, Zâdu’l-Meâd adlı eserinde olaya kısaca değinmiş, can alıcı ‘aded’ problemini görmezden gelmiştir. İbni Kesir, zihninde genel bir şüphe olmalı ki, rivayetin Hz. Aişe gibi “iyi bir otorite” tarafından aktarıldığına işaret etme ihtiyacını hissetmiştir.[16]

Rivayetin böyle sorumsuzca veya şüphe atfıyla kabul görmüş olmasıyla beraber; İbn İshak, çağdaşlarınca ya da sonraki dönem alimlerince şiddetli bazı ithamlara maruz kalmıştır. Bunlardan birisi, Siret’ine çok sayıda mevsuk olmayan veya düzmece şiirler alması[17]; diğeri ise, Beni Kureyza’nın idamları ile ilgili rivayetleri herhangi bir sorgulamaya tabi tutmaksızın kabul etmesidir.

Çağdaşlarından, ilk hadiscilerden ve fıkıh alimlerinden biri olan Malik, net bir biçimde onu ‘yalancı’, ‘deccâl’[18] ve ‘rivayetlerini Yahudilerden alan’ birisi olarak tanımlamıştır.[19]Başka bir ifadeyle, Malik, kendi kriterlerini uygulayarak İbn İshak’ın rivayetlerinin doğruluğundan şüphe etmiş ve yaklaşımını kabul etmemiştir. Gerçekten de, ne İbn İshak’ın haber kaynakları, ne de böyle bir rivayeti derme-çatma bir araya getirme yöntemi, fıkıh alimi Mâlik’e göre kabul edilebilir değildi.

Daha sonraki bir dönemde, İbn Hacer; Malik’in, İbn İshak’ı suçlamasının temel noktalarını açıklamıştır. Onun dediğine göre,[20] Mâlik, İbn İshak’ı suçlamıştır; çünkü o, Peygamber’in gazvelerine dair yazdıklarını, Medine’de yaşayan Yahudi torunlarına başvurarak, Yahudi ataları tarafından kendi bakış açılarıyla aktarılmış olan şekilleriyle, elde etmiştir. İbn Hacer bahsi geçen meseleleri “Kureyza ve Nadîr hakkındaki garip rivayetler[21] şeklinde etkili bir ifadeyle tanımlayıp reddetmiştir. Bu sarih redden daha mahkûm edici bir şey olamaz.
Bir yandan, geç dönem ve güvenilmez kaynaklara ve diğer yandan şâibeli otoritelere karşı, olayların çağdaşı ve tümüyle güvenilir bir kaynak olarak Kuran’a başvurulmalıdır. Ahzâb suresinin 26. ayetindeki referans çok kısa ve özlüdür:

Allah kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.” 

Müfessirler ve hadisciler, sadece İbn İshak’ın rivayetini tekrar etmeye eğilim gösterirler, fakat Kuran’daki âyet, fiilen savaşa katılanlardan bahsetmektedir. Bu, savaşla ilgili bir beyandır. Bu beyanda, savaşan kişiler bahis konusu edilmiştir. Bunlardan bazıları öldürülmüş, bazıları da esir alınmışlardır. İnsan şöyle düşünüyor: Bu olayla ilgili olarak eğer 600 ya da 900 kişi öldürülmüşse, bu olayın önemi çok daha büyük olurdu. Kuran’da bu hususla ilgili daha net açıklamalar, elde edilen sonuçlar ve öğrenilmesi gereken dersler yer almalıydı. Fakat eğer sadece, suçlu liderler öldürülmüşse, bunun sonucunda Kuran’da basit bir açıklama yeterli olacaktı.

Kaynaklar hakkında söylenecek son söz: bunlar ne ilgiye şayan, ne de itimat edilir durumdadırlar. Tespitler çok geç bir döneme aittirler. Bu itibarla, rivayeti reddetmek için gerekçeler şöyle sıralanabilir:

(1) Yukarıda belirtildiği gibi, Kuran’da, bahsi geçen rivayetlere yapılan atıflar çok kısa olup çok sayıda insanın öldürüldüğünü hissettirecek herhangi bir ifade yoktur. Savaş söz konusu olduğunda, yapılan atıf fiilen savaşanlara aittir. Kur’ân, tarihçilerin herhangi bir şüphe duymaksızın kabul edecekleri tek kaynaktır. Bahis konusu olayla eşzamanlı bir metin olan Kur’an’ın anlattığının, birçok inandırıcı nedenle, olayın gerçek versiyonu olduğunu görmekteyiz.

(2) İslami hükümlere göre, sadece ihanetten sorumlu olan kişiler cezalandırılır.

(3) Bu kadar çok sayıda kişiyi öldürmek, İslam’ın adalet anlayışına ve Kur’ân’da geçen “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez”[22] temel ilkesine taban tabana zıttır. Rivayete göre gayet açıktır ki, liderler mahdut sayıdaydı ve isimleri iyi biliniyordu.

(4) Bu rivayet ayrıca savaş mahkumları ile ilgili Kur’ân’ın öngördüğü hükümlere aykırıdır. Kur’ân hükmüne göre, ya esirler karşılıksız hürriyetine kavuşturulmalı ya da fidye vererek kurtulmaları sağlanmalıdır.[23]

(5) Beni Kureyza’dan önce ve sonra teslim olan diğer Yahudi gruplarına yumuşaklıkla muamele edilip, gitmelerine izin verilirken, Beni Kureyza’nın bu şekilde katliam yapılması çok zor bir ihtimaldir. Nitekim Ebu Ubeyd b. Sallâm, Kitâbu’l-Emvâl’inde[24] şöyle bir rivayete yer verir:

Hayber Müslümanlar tarafından fethedildiğinde, Hayber halkı içinde öyle bir aile veya sop vardı ki, Hz. Peygamber’e çirkin hakaretlerdeki aşırılığıyla şöhret bulmuştu. Hz. Peygamber o gün onlara azarlama sınırlarını geçmeyecek şekilde şöyle hitap etti: “Ey Ebu el-Hukayk’ın çocukları! Ben sizin Allah ve O’nun Elçisi’ne olan aşırı düşmanlığınızı biliyorum. Fakat bu husus, [geçmişte] kardeşlerinize muamelede bulunduğum şekilde size de muamelede bulunmama mani olmayacaktır” [Yani sizi bu kin ve düşmanlığınızdan dolayı yargılayacak değilim].
Bu olay, Beni Kureyza olayından sonra vuku bulmuştu.

(6) Eğer, yüzlerce insan pazarda öldürülmüş ve bunun için hendekler kazılmış ise, bununla ilgili herhangi bir iz’in olmaması, bahsi geçen yere işaret eden herhangi bir belgi ya da yazının olmaması çok ilginçtir.[25]

(7) Bu katliam gerçekten vuku bulmuş olsaydı, sonraki fıkıh alimleri bunu bir emsal karar olarak kabul edeceklerdi. Gerçekte ise, durum bunun tam tersinedir. Fıkıh alimlerinin yaklaşımı ve hükümleri, bunun zıddına olarak “Hiç bir nefis başkasının günahının sorumluluğunu yüklenmez” şeklindeki Kur’ânî öğretiye daha uygundur. Nitekim, Ebu Ubeyd b. Sellâm, bir siret veya biyografi kitabı olmaktan çok bir fıkıh ve fetva kitabı olan Kitab-ul Emval’inde[26] bu konuda çok önemli bir olay kaydetmektedir:

(Abbasi lider) Abdullah b. Ali’nin vali olduğu bir dönemde, İmam el-Evzai[27] zamanında, Lübnan’da Kitap Ehli’nden bir grup olay çıkarmıştır. Vali isyanı bastırmış ve sorun çıkaran topluluğun sürgüne gönderilmesi emrini vermiştir. El-Evzai, toplumda ileri gelen müçtehit yetkisiyle hemen bu kararı reddetmiştir. Bu hususla ilgili delili ise bu olayın topluluğun müşterek hareket etmesinin bir sonucu olarak gerçekleşmemesidir. (Bu konuda) o şöyle der: “Bildiğim kadarıyla, az sayıda kişinin yaptığı bir hata nedeniyle çok kişiyi cezalandırması Allah’ın bir sünneti değildir, fakat O’nun sünneti çok kişinin yaptığı hata nedeniyle az kişinin cezalandırılmasıdır.”

Eğer İmam El-Evzai, Beni Kureyza’nın katliamı rivayetinin sıhhatini kabul etmiş olsaydı, bunu bir emsal olarak kabul edecek ve Abdullah b. Ali ile temsil edilen otoriteye karşı itiraz edemeyecekti. El-Evzai’nin, İbn İshak’ın genç bir çağdaşı olduğu hatırda tutulmalıdır.

(8) Kureyza rivayetinde, aktif düşmanlık yapan kişiler olarak tanımlanan bazı şahısların öldürüldüğü rivayet edilmiştir. Bunların ihanete sebep oldukları için cezalandırılmaları makul bir sonuçtur. Buradan bütün kabilenin cezalandırıldığı sonucu çıkarılmamalıdır.*

(9) Rivayetin ayrıntıları tamamen Yahudilerin mahrem konuşmalarından oluşmaktadır: Kuşatılmış durumda iken kendi aralarında yaptıkları müzakereler, liderleri olarak Ka‘b b. Esed’in tiradi, bu konuşmada müslümanlara karşı son bir umutsuz eylem yapmak üzere kendi kadınlarını ve çocuklarını öldürme önerisini getirmesi... [Bütün bu mahremiyetlerin Yahudi kaynaklı olması aklen kaçınılmaz olmaktadır].

(10) Kureyza’nın soyundan gelen kişilerin istemeleri gibi, olayla ilişkili olan Medinelilerin soyundan gelenler de aynı şekilde hareket etmişlerdir [Onlar da kendi atalarını yüceltme gayretine düşmüşlerdir]. Meselâ, Sad b. Mu‘az’ın Kureyza aleyhine verdiği kararla ilgili olan kısmı, kendi soyundan gelen bir kişi tarafından rivayet edilmektedir ve bu rivayete göre, Peygamber, Mu‘az’a şöyle buyurmuştur: “Sen, yedi kat semadan (ilham edildiği üzere) onların üzerine Allah’ın hükmü ile hükmettin.”[28] Şu bir gerçektir ki, atalarını yüceltmek ya da başlangıçta İslam’a karşı olanları aklamak amacıyla, sonraki nesillerce birçok hikaye uydurulmuş, bu rivayetlerin çoğu da İbn İshak tarafından rivayet edilmiştir.

(11) Diğer detayların da kabul edilmesi zordur. Yüzlerce insanın Beni Neccarlı bir kadına ait tek bir evde hapsedilmiş olması nasıl mümkün olabilir?[29]

(12) İslam’ın te’sisinden sonrasına ait [Medinedeki] Yahudi kabilelerinin akibeti ile ilgili tarihi bilgiler de pek vâzıh değildir. Kaynakların incelenmesiyle, Yahudilerin Medine’den tamamen sürülmüş olduklariyle ilgili rivayetlerin tashih edilmeleri ihtiyacı doğmaktadır. Meselâ, İbn Hazm Cemheretu’l-Ensâb[30] adlı eserinde, zaman zaman Yahudilerin hâlâ Medine’de yaşadıklarını belirtmektedir. El-Vakidi, iki yerde[31], üç Yahudi kabilesinin Medine sınırları dışına sürgünlerinden sonra, Peygamber’in Hayber’e sefer düzenlemeye hazırlandığı bir sırada, hâlâ Medine’de yaşayan Yahudilerin olduğunu kaydeder. Bu kayıtların birinde, on Medineli Yahudi Hayber’e düzenlenen bir seferde Peygamberin ordusuna katılmıştır; diğerinde ise, Medine’de yaşayıp da Peygamber’le barış anlaşması imzalamış başka on Medineli Yahudi, Peygamber Hayber’e saldırı düzenlemeye hazırlandığında, bundan epeyce endişelenmişlerdir. El-Vakidi, onların kendilerine borcu olan müslümanların sefere çıkmalarını engellemeye çalıştıklarını da belirtmektedir.

Nitekim, İbni Kesir[32] Hz.Ömer’in, sadece Peygamber’le bir barış anlaşması yapmamış Hayber Yahudilerini sürdüğüne işaret ederek sorunu ele almaktadır. İbni Kesir devamla, daha sonraki tarihlerde, hicri 300’lü yıllardan sonra, Hayberli Yahudilerden, kendilerini cizyeden muaf tutan ve Peygamberimiz tarafından verildiği söylenen bir belgeye sahip oldukları iddiasını aktarmaktadır. İbni Kesir, bazı alimlerin bu belgeyi kabul ettiklerini ve bu yüzden Hayberli Yahudilerin cizyeden muaf tutulmaları gerektiği sonucuna vardıklarını belirtmektedir. Fakat bu mektup aslında sahte bir mektup olup, sahteliği ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmuştur. O mektupta olaydan önce vefat eden insanların sözleri alıntılanmış, iddia edilen tarihten sonra ortaya çıkmış bazı teknik terimler kullanılmış, Muaviye b. Ebi Sufyan’ın buna şahit olduğu belirtilmiştir –gerçekte ise, Muaviye o tarihte henüz Müslüman olmamıştı.

Görüldüğü üzere, bu kabul edilemez katliam rivayetinin gerçek kaynağı, Medineli Yahudilerin soyundan gelen kişiler olup, İbni İshak bu “acayip rivayetleri” oradan almıştır. Böyle yapmakla, İbni İshak diğer alimlerden ve tarihçilerden ciddi eleştiriler almış ve Mâlik tarafından deccâl olarak nitelendirilmiştir. Bu rivayetin kaynakları, bu yüzden, fazlasıyla şüpheli olup ve haberin ayrıntıları, İslam’ın ruhuna ve Kur’ân’daki âyetlere taban tabana zıttır. Güvenilir kaynak eksikliği olup, çevresel kanıtlar rivayetleri desteklememektedir. Bunun anlamı, rivayet şüpheli olmaktan da öte bir niteliktedir.

Bununla birlikte, bana göre, Kureyzâ rivayetlerinin kökenleri daha eski olaylarda aranmalıdır. Romalılara karşı Yahudi ayaklanmasıyla ilgili o zamana kadar anlatılan rivayetlerle benzer anlatımlar olduğu gösterilebilir. Şöyle ki: [M.S. 68-70 yılları arasında Romalı’lara karşı verilen savaşlarda mağlûp olan] Yahudi fanatikleri ve sicarii’ler* Masada’daki sarp kaleye kaçıp sığınmışlar; daha sonra Roma ordusu Masada kalesini 3 sene kuşatmış ve sonunda kaleyi tasfiye etmiştir. Ve olaylar M.S. 73 yılında bu kalenin yıkılmasıyla son bulmuştur. Bütün o olayları anlatan hikayeler, o kuşatmadan sağ kurtulabilen ve güneye doğru kaçmış olan Yahudiler tarafından yaşatılmıştır. Profesör Guillaume’nin teorisine göre Medine'de yaşayan Yahudilerin kökenini, bu Yahudi savaşlarından kurtulup oraya gelen Yahudiler oluşturmaktadır.[33] Ve bu teori, bu konudaki en makul teorilerden bir tanesidir.

Çok iyi bilindiği üzere, Yahudi savaşları ile ilgili ayrıntıların kaynağı Flavius Josephus’tur. Kendisi bir Yahudi olup sonraları Romalıların yönetiminde görev almış ve olaylara tanıklık etmiştir. Bazı isyancıların (Romalılara karşı) gerçekleştirdiği ayaklanmalara karşı çıkmış; fakat buna rağmen tüm kalbiyle Yahudi olmaktan asla vazgeçememiştir. Bu tarihçinin yazdıklarından okuduğumuz ayrıntılarla, bize Siret’le ulaşan Yahudilerin faaliyetleri ve direnişleri hakkındaki bilgilerin birbirine çok benzer olduğunu fark etmekteyiz. Aradaki tek fark şimdiki (sonuncu) olayda sorumluluğun Müslümanlara yıkılmasıdır.

Beni Kureyza Yahudilerinin soyundan gelen kimselerce aktarılan rivayetlerin ayrıntılarına bakılırsa, Josephus ile aşağıdaki ayrıntılarda benzer olduğunu söyleyebiliriz:

(1) Josephus’a göre[34], Büyük Hirodes’ten önce Kudüs’ü idare eden Alexander, 800 Yahudi esiri asmış ve gözlerinin önünde eşlerini ve çocuklarını boğazlamıştır.

(2) Benzer şekilde, diğerleri tarafından da çok sayıda kişi öldürülmüştür.

(3) Bu iki olayın [Masada ve Kureyza] önemli ayrıntıları, özellikle öldürülen kişi sayısı dikkat çekecek derecede birbirine benzemektedir. Masada’da, en sonda ölmüş olan kişi sayısı 960’tır.[35] Fanatik sicarii topluluğundan öldürülenlerin sayısı da 600 idi.[36] Ümitsizlik noktasına geldiklerinde, liderleri Eleazar onlara hitap etmiş (Ka‘bb Esed’in Beni Kureyza’ya hitapta bulunması gibi)[37] ve kendi kadınlarını ve çocuklarını öldürmeleri önerisinde bulunmuştur. Umutsuzluğun nihai noktasında, son kişi kalıncaya kadar birbirini öldürme planı önerilmiştir.

Açık olarak görülmektedir ki, ayrıntıların benzerliği çok dikkat çekicidir. Sadece kitlesel intihar önerisi aynı olmayıp, bunun ötesinde sayılar bile neredeyse aynıdır. Her ikisinde de aynı isimler vardır. Phineas ve Azar b. Azar[38] – tam  da Eleazar, Masada’da kuşatılan Yahudilere hitap eden (isim).

Burada, basit bir benzerlikten öte bir gerçekle karşıkarşıyayız. Artık olayımızın prototipini elde etmiş bulunuyoruz. Tahminime göre;Beni Kureyza’nın prototipi olan bu olay [Masada Olayı], Josephus tarafından klasik dünya için kaydedildiği gibi, “Yahudi Savaşları” sonrasında Arabistan’ın güneyine doğru kaçmış olan Yahudilerin sonraki nesilleri tarafından da muhafaza edilmiştir. Sonraki nesle ait bir jenerasyon, Masada’nın muhasarası ile Beni Kureyza’nın muhasarasını üst üste koymuştur. Belki de bunun sebebi, kendilerinin çok uzak bir geçmişe ait geleneklerini daha az uzak tarihleri ile karıştırmalarıdır. Bu karışım İbni İshak’ın rivayetinde de yer almıştır. Müslüman tarihçiler ise; olayı görmezden gelirken de, herhangi bir yorum yapmaksızın ya da soğuk bir ilgisizlikle aktarırkende, İbni Hacer’in dediği gibi, sadece “acayip”bir hikaye karşısındaki hevessizliklerini sergilemişlerdir. 

Son bir not: Yukarıdaki [makale] ilk yazılırken, Ağustos 1973’te, Dr. Trude Weiss-Rosmarin tarafından Yahudi Araştırmaları Dünya Kongresi’e sunulan bir tebliği incelemiştim.[39]Bu tebliğde; Masada’da 960 Yahudi’nin intihar ettiği ile ilgili Josephus’un iddiası reddedilmekteydi. Bu, gerçekten çok ilginçtir; çünkü Kureyza Yahudileri ile ilgili rivayette de, 960 ya da bu sayıya yakın Yahudi intihar etmeyi reddetmiştirKim bilir, belki de Beni Kurezya Yahudileri ile ilgili rivayet [aslında Masada hakkında] orijinaline göre daha doğrudur.


[1] İbn İshak, Sîre (Wustenfeld Basımı, Gottingen,1860), s.545-7; (Sakka v.d. Basımı., Kahire, 1955), c.2, s.47-49. Ayrıcabkz: El-Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzî (M. Jones Basımı, Londra, 1966), c.2, s.440vd.; Suheylî, er-Ravdu’l-Unuf  (Kahire,1914), c.1, s.187; İbn Kesîr, Es-Siratu’n-Nebeviyye (Mustafa `Abd al-Vahidbas.), Kahire, 1384-5/1964-6, c.2, s.5.
[2] Sîre, 545-56, 652-61/c2, s.51-57,190-202; İbn Kesîr, c.3, s.145 vd.
[3] Sîre, 755-76, 779/c.2, s.328-53, 356 vs. Ve devamında Hayber’le ilgili birçokrivayet.
[4] a.g.e., 776/c.2, s.353-54.
[5] a.g.e., 668-84/c.2, s.214-33.
[6] a.g.e., 684-700/c.2, s.233-54.
[7] a.g.e., 689/c.2, s.240; `Uyûnu’l-Eser(Kahire, 1356 A.H.),c.2, s.73; İbn Kesîr, c.2, s.239.
[8] `Uyûnu’l-Eser Mukaddimesi, c.1, s.7, İbnSeyyidi’n-Nâs (d. 734 A.H.),Peygamber’in Sîreti hakkındaki plânını sunarken ana kaynağının İbn İshâkolduğunu ifade eder – hemen herkesin olduğu gibi.
[9] Tehzîbu’t-Tehzîb, c.9, s.45. Ayrıca bkz: `Uyûnu’l-Eser,c.1, s.17, ki orada kaynak zikretmeden aynı kelimeleri kullanır [منالغرائب], İbn İshâk’ın güvenirliği ve uyguladığı metodutartışan giriş bölümünde.
[10]  Ö. 179 H.
[11] `Uyûnu’l-Eser, c.1, s.12 [كذاب].
[12] a.g.e., c.1, s.16 [دجال منالدجاجلة].
[13] Sîre, 691-2/c.2, s.242, 244; `Uyûnu’l-Eser,c.2, s.74, 75.
[14] İbn Seyyidi’n-Nâs, a.g.e., c.1, s.121.Gerek Beni Kureyza olayında, gerekse Necm Sûresi’yle ilgili olarakKur’ân’ın müşriklerin putlarına değer atfettiği iddiasına mesnet alınan“şeytanîâyetler” olayında, tam da bu hususa (zaafa) dikkat çeker. İbnSeyyidi’n-Nâs, değişik müelliflerin problemi nasıl geliştirdikleriniözetledikten sonra, kanaatince bu hikayenin meğâzî ve siyer kitaplarına yakışırtürden hikayelerden olduğunu (genel kabule şayan olmadığını) ifade eder.Ayrıca, bir çok ilim adamının; genellikle, meğâzî ve benzeri kaynakların naklettikleriönemsiz ve hukuki içerik taşımayan rivayetleri daha hoşgörülü sorguladıklarınıda ilave eder. Bu durumlardaki rivayetler, “helal ve haram”a esas alınacakrivayetlere nazaran daha kolay kabul edilirler.
[15] Bkz. aşağıda, not 18.
[16] Taberî, Tarih, c.1, s.1499(El-Vakıdî, Meğâzî, c.2, s.513’e atfen); Zâdu’l-Me‘âd (T. A. Tahabas.), Kahire, 1970, II, 82; İbn Kesîr, a.g.e., c.4, s.118.
[17] Bu konuda bkz: W. Arafat, “Early Critics of the Poetryof the Sira”, BSOAS, XXI, 3, 1958, 453-63. 
[18] Kezzâb ve Deccâlun mine’d-Decâcile.
[19] `Uyûnu’l-Eser, c.1, s.16-7 [1/66-67]. İbnSeyyidi’n-Nâs bu değerli mukaddimesinde, İbn İshâk hakkındaki tartışmalarınkapsamlı bir araştırmasını sunar. Sîre’nin Gottingen basımının kapsamlıÖnsöz’ünde ise Wustenfeld, İbn Seyyidi’n-Nâs’dan bu bilgileri aktarır.
[20] Tehzîbu’t-Tehzîb, c.9, s.45. Ayrıca bkz: `Uyûnu’l-Eser,c.1, s.16-7.
[21] İbn Hacer, a.g.e, aynı yer:قصة خيبر وغيرها ...  وأمامالك ... إنما كان ينكر تتبعه غزوات النبي (ص) من أولاداليهود الذين أسلموا وحفظوا
وقال الحاكم قال محمد بن يحيى هو حسن الحديثعنده غرائب ...

[22] Kur'ân, 35/18.
[23] Kur'ân, 47/ 4.
[24] Khalil Muhammad Harras Basımı,Kahire, 1388/1968, s.241.
[25] El-Bekrî’nin, Mu‘cemuMa’sta‘cem’inde; El-Fîrûzâbâdî’nin El-Meğânimu’l-Mutâbe fî Me‘âlimi Tâbe’sinde(Hamad al-Jasir Basımı, Dâru’l-Yemâme, 1389/1969); Resâ’il fîTârîkhi’l-Medîne’de (Hamad al-Jasir Basımı, Dâru’l-Yemâme, 1392/1972);Es-Semhûdî’nin, Vefâu’l-Vefâ bi-Akhbâri Dâri’l-Mustafâ’sında (Kahire,1326), vb. genel veya özel maksatlarla yazılmış coğrafya kitaplarında bu konudaen küçük bir bilginin verilmeyişi dikkate şayandır. Hatta Semhûdî’nin eseri,sözkonusu ‘pazar’ı anan nadir tarihî bir referans olarak görünmektedir. Çünkü,Medîne’nin kapsamlı tarihî topografyasını ele aldığı bölümde (s. 544) Semhûdî,bölgenin kaybolan sınır-taşlarından bahsederken, neredeyse bir rastlantısonucu, ‘pazar’dan bahseder. “Bu Pazar” der Semhûdî, “Hz. Peygamber’in, Beni Kureyzaesirlerini getirdiği … söylentisinde bahsedilen pazardır”. 
[26] s. 247. Bu referansımı, American University, Beyrut’ta  Profesör arkadaşım Mahmud Ghul’un, dikkatimesunmasına borçluyum.
[27] Ö. 157/774. Bkz: EI2,ilgili madde.
* Bkz: İbn Zencûye (ö.251), Kitâbu’l-Emvâl, (Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyyebas.), Beyrut, 1427/2006, s.123 (Md. 359) [فقُتلمنهم يومئذ أربعون رجلا] (Ç.N).
[28] Sîre, 689/c.2, s.240; El-Vakıdî, a.g.e., s.512.
[29] ثم استنزلوا، فحبسهمرسول الله (ص) بالمدينة في دار بنت الحارث امرأة من بني النجار. :Sira, 689 [636] /II, 240; Ibn Kathir, op. cit., 3/234.
[30] Ayrıca bkz.:  Nesebu Kureyş, A. S. Harun Basımı,Kahire, 1962, s.340.
[31] a.g.e., c.2, s.634, 684.
[32] a.g.e., c.3, s.415.
* Romaİmparatorluğuna karşı radikal eylemlerde bulunan Yahudi fanatik dini tarikatinbir kolu.
[33] A. Guillaume, Islam (Harmondsworth, 1956), s.10-11.
[34] De bello Judaico [The Jewish War: Yahudi Savaşı], I, 4, 6.
[35] a.g.e. VII, 9, 1.
[36] a.g.e. VII, 10, 1.
[37] Sîre, 685-6/c.2, s.235-6.
[38] Sîre, 352, 396/c.1, s.514, 567.
[39] The Times, 18 August 1973 ve The Guardian, 20 August 1973.

Dipnotlar:

1. Bu makalenin orijinali Cambridge Journals'da yayınlanmıştır: http://journals.cambridge.org/action/displayAbstract?fromPage=online&aid=5700704

2. Makalenin çevirisinin orijinalini indirmek isteyenler için: http://www.belgeler.com/blg/28hl/peygamber-muhammed-900-yahudi-nin-ldrlmesi-emrini-vermi-miydi

3. Tercüme aynen aktarılmıştır, sadece başlık bana aittir. 





ALINTIDIR : https://m.facebook.com/notes/kurandan-cevaplar/peygambere-romadan-ithal-iftira-kureyza-katliamı/582100988476829/?__tn__=C

0 yorum:

Yorum Gönder