28 Ekim 2013 Pazartesi

Pascal’ın Din Üzerine Olasılık Hesabı


Her geçen gün matematiğin nasıl da farklı alanlarda kullanılabildiğine bir kez daha şahit oluyorum. Bugün arkadaşımın okuduğu kitapta bu farklı kullanım alanlarından belki de en ilgincini farkettim. Adam FAWER‘ın Olasılıksız isimli kitabında ünlü Fransız matematikçi Pascal‘ın hayatını dine adarken kullanmış olduğu olasılık hesabına değinilmiş. Kitapta geçen formülü aynen aktarıyorum.

“Pascal beklenen değer teorisini kullanarak hayatını dine adaması gerektiğini kanıtladı. Her matematikçi gibi o da, bu soruyu bir formüle indirgedi.”
Hangisi daha büyüktür?
a) Beklenen değer (hedonizm yani fiziksel yaşamdan zevk alma)
Ya da
b) Beklenen değer (dini hayat)
Varsayım…
a) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (hedonizmden alınacak zevk) +
Olasılık (ölümden sonra hayat var) * (sonsuza dek lanetlenmek) Ve
b) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (dinden alınacak zevk)
Olasılık (ölümden sonra hayat var)* (sonsuz mutluluk)
Pascal’ın mantığı çok basitti: Eğer (a) (b)’den büyükse o zaman hedonizme devam edecekti, ama
eğer (a) (b)’den küçükse o zaman dindar olmalıydı.”
“Ama değişkenlerin değerlerini bilmeden bu denklemi nasıl çözdü?” diye sordu Michael.
“Birkaç varsayımda bulundu, örneğin, sonsuz mutluluğun değeri pozitif sonsuzdu ve sonsuza dek
lanetlenmenin değeri negatif sonsuzdu.”
Sonsuz mutluluk = +00
Sonsuza dek lanetlenmek =-00
“Eğer bir denklemde sonsuzu kullanırsanız bu diğer her şeyi etkiler, çünkü çok büyük bir sayıdır,
böylece (a) hedonizmin beklenen değeri negatif sonsuz ve (b) dini hayatın beklenen değeri pozitif
sonsuz.”
(a) hedonizm = -00 ve (b) din = +00
o zaman
{a)< (b) böylece...
(b) beklenen değer (hedonizm) < beklenen değer (dini hayat)
"Anladınız mı? Ölümden sonra insanın ruhunun yaşamasının veya her hangi bir şekilde bir hayat olmasının olasılığı ne kadar az olursa olsun, Pascal’ın dine bağlı bir hayat yaşamasından beklediği getiri, yine de dünyevi zevklerle hedonistik bir yaşam sürüp de sonsuza dek lanetlenmeyi göze alacağı bir durumun getirisinden daha büyüktür.”
Düşünüyorum da biz de hayatımızda hamlelerimizi yapmadan önce matematiği kullansak nasıl olur? Daha doğru kararlar, daha az hata ve daha mutlu bir hayat, neden olmasın ;)

27 Ekim 2013 Pazar

Bilinçte Gizli Mühendislik: Birleştirme Yeteneği








Bir ağacı beynimizin yaptığı mükemmel birleştirme işlemi sayesinde görürüz. Beyin 1.000.000 farklı bilgiyi bir anda birleştirir ve sizin bilincinizi ortaya çıkarır. Elbette ki bu çok büyük bir mucizedir ve siz bu satırları okumaktayken de bu mucizeyi tekrar tekrar yaşamaktasınızdır.

Bir cisim gördüğümüz zaman retinamızdan gelen sinyaller elektrik yüklü iyon dalgaları halinde sinirler boyunca seyahat ederler. Sinyal, sinirin sonuna geldiğinde bir sonraki sinire kimyasal sinir taşıyıcıları (neorotransmitters) yoluyla geçer. Sinyali alan sinir ise ateşleyip ateşlememe konusunda, kendinden sonra dizili olan sinirlerin ateşleme için vereceği oyların sayısına göre hareket eder. Elektrik sinyalleri bedenimize gönderilmeden önce bu şekilde beynimizde işlenmiş olur. İşte bilim adamları için en büyük sorunlardan birisi yani kendi ifadeleriyle zor problem tüm bu iyon ve kimyasal hareketindeki bilincin nerede gizlendiğidir? Bilim adamları beyinde, bilinçli düşünme üzerinde özelleşmiş belli bir bölge veya yapı tanımlayamamışlardır. Bilincin nasıl ortaya çıktığı fiziksel olarak gösterilememekte ve bilinç günümüz bilimi için hala büyük bir sır olarak kalmaktadır. 

Beyinde bilgilerin birleştirilmesi ve bir bütün olarak algılanması Birleştirme Problemi olarak biliniyor. Buna bir örnek verecek olursak, bir ağaca bakan ve kaç tane yaprak gördüğü sorulan herkes binlerce ' cevabını verecektir. İki saniyeyi aşmaması beklenen böylesine sıradan bir cevap aslında mucizevi bir olay sonucu gerçekleşmektedir. Nöroloji bilimi bizlere ağaçla ilgili bilgilerin (yani bütün yaprakların) ayrı ayrı seçildiğini ve ayrı ayrı milyonlarca nöron (sinir hücresi) arasında dağıtıldığını söylüyor. Bilim adamları ağaçla ilgili bu olağanüstü fazla sayıdaki bilginin beyinde nerede birleştirilip sonuçta karşımızda binlerce yapraklı bütün bir ağaç durduğunun bilincine varmamızı sağladığını araştırıyorlar. Beynimiz bilinci oluşturacak şekilde bu bilgileri nasıl birleştirmektedir?




Bilincin Mucizevi Yönü



İşte bilincin mucizevi yönü bu kez bir başka yönüyle, yani yukarıda aktarılan birleştiricilik rolüyle bizi şaşkınlığa sürüklüyor. Beyinde, ağaca bakmaya başlamadan önce ağaçla ilgili hiçbir bilgi mevcut değildir. Üstelik ağaca baktığımızda beyin, ağacın bütünsel bir resmiyle de muhatap değildir. Yani yeşil ve kısmen sararmış tondaki yaprakları, birbirine uzanmış kahverengi dalları ve gövdesi, ağacın büyüklüğü gibi görsel bilgiler bir tablo halinde beynimize girmezler. Beynimize giren bilgiler paramparçadır ve sadece basit elektrik sinyallerinden ibarettir! Ortada sinir hatları boyunca gezinen ve güçleri belki de minyatür boyutlu ampulleri yakmaya yetecek kadar elektrik akımları vardır. Ağaçla ilgili renk, biçim, oran, tonlar arası kontrast, perspektif gibi görsel detaylar fiziksel olarak tamamen farklı bir boyutta yani elektriksel boyutta beynimize girmektedir. Bu bilgi beynimize milyonlarca ayrı nörona dağılmış olarak yani milyonlarca ayrı parça halinde girer.

Bu elektrik sinyallerinin en uygun şekilde bütünsel bir ağaç resmi ortaya çıkaracak şekilde birleştirilmesi tam anlamıyla bir mucizedir. Bunu anlamak için şöyle bir kıyaslama yapalım. Vereceğimiz örnekte yine aynı ağaç olsun. Ancak bu sefer ağacın bir fotoğrafının çekildiğini ve bu fotoğrafın 1 m X 1 m ebatlarında bir karta basıldığını farz edelim. Bu kartında bir yap-boz oyunundaki gibi birbirinden farklı ve içiçe geçecek şekilde parçalara ayrıldığını düşünelim. Parçaların sayısı da 1 milyon olsun. Bu 1 milyon parçayı bir torba içine atıp iyice karıştıralım. Sonra da bunları, söz konusu ağacı daha önce hiç görmemiş olan bir kişinin önüne döküp birleştirmesini isteyelim.

Acaba bu kişi bütün ağacı ortaya çıkaracak şekilde bunları birleştirebilir mi? Bu imkansız görünen işi başardığını kabul etsek bile bu işi tamamlaması ne kadar vakit alır?

İşte beynin bu ağaçla ilgili bilgileri birleştirmesi de işlem olarak bu yap-boz parçalarını birleştirmekten farksızdır. Çünkü beyne daha önce hiç karşılaşmadığı bir ağaçla ilgili 1 milyon ayrı bilgi verilip bunları birleştirmesi istenmektedir. Biz ise ağaca baktığımız anda 1 saniye dahi gecikme olmaksızın, beynimizdeki görme merkezinde bilgiler birleştirilmiş olur ve ağaç beynimizin içinde tamamlanmış olur. Bu olağanüstü zor işlemin sonucunda ağacın bilincine varmamızın, süper bir çabukluk ve hesaplama sayesinde mümkün olduğu görülüyor. Ancak bu çabukluk ve hesaplamanın ardındaki mekanizma nedir sorusu üzerinde yapacağımız 1–2 dakikalık derin düşünme, bizlere bu dehanın beynin kendi tasarrufunda bir özellik olmadığını hemen gösterecektir.

Bu denli hızlı hesaplamalar yapan ve bir insanın yap-boz oyununda deneme yanılma yöntemiyle senelerini alacak bir işi 1 saniyeden az sürede yapan beyin dokuları matematik bilmeyen, hatta kendi varlığından habersiz olan şuursuz atomlardan meydana gelmektedir. Bir insan beyni çıkarılıp incelenmek için bir tabağa konacak olsa göreceğiniz tek şey gri yumuşak bir et parçasıdır. Kesip içine bakacak olsanız karşınıza çok farklı bir şey çıkmaz. Görünüş olarak beyin dokularının mide veya ciğer dokularına göre düşünmede üstün kılacak bir özelliği yoktur. Tümü basit protein ve yağ moleküllerinden oluşur.




Peki ama vicdanlı şekilde düşünecek olursak bu yumuşak et parçasının böylesine mükemmel hesaplamaları üstelik daha önce hiç karşılaşmadığı bir ağaca dair 1.000.000 farklı bilgiyi bir anda birleştirmesi ve sizin bilincinizi ortaya çıkarması bir mucize değil midir? Elbette ki bu çok büyük bir mucizedir ve siz bu satırları okumaktayken de bu mucizeyi tekrar tekrar yaşıyorsunuz.

Değişik harf ve kelimelere dair bilgiler beyninize apayrı sayısız elektrik sinyali olarak giriyor ve önceden öğrendiğiniz dilbilgisi kurallarına göre birleştiriliyor ve karşınızdaki basit çizgiler sizde bazı anlamlar uyandırıyor ve size birşeyler düşündürüyor. Oysa siz bunları anlamak için her bir cümlenin öznesini, yüklemini vs. teker teker incelemiyorsunuz. Bunların bilgisi adeta size işlenmiş. Siz sadece okumayı diliyorsunuz. Bir yerden sizlere yazıyla ilgili anlam veriliyor ve siz bunun şuuruna varıyorsunuz. Aynı ağaç örneğinde olduğu gibi...



Fraktal Düzen




Vücudumuzdaki kan damarları, jüpiter gezegeninin çevresindeki kırmızı lekeler, salyangozun kabuğu, yüksek dağların kıvrımları, kar tanelerinin şekilleri ve ağaçların yaprakları … Tüm bu sayılanların tıp, astronomi, biyoloji ya da coğrafya gibi birbirinden tamamen farklı bilim dallarına ait konular oldukları düşünülebilir. Ne var ki bunların hepsiyle yakından ilgilenen bir bilim dalı mevcuttur: Fraktal Geometri. Peki, nedir Fraktal Geometri? Yüce Allah’ın kusursuz düzenini ve sonsuz ilmini nasıl sergilemektedir?   



Dünyayı gözünüzde canlandırmaya çalışın. Ağaçlar, bulutlar, denizin dalgaları, dağlar, ovalar, çöller… Her birindeki ortak özellik, geometride çizilen üçgen, kare ve daireler gibi tam düz ya da yuvarlak çizgilere sahip olmamalarıdır. Şimdiye kadar hiç kimse küre şeklinde bir elma ya da bulut, dümdüz bir çöl veya deniz, koni şekilli bir dağ, küp görünümünde bir çakıl taşı, silindir biçiminde bir ağaç gövdesi görmemiştir. Çünkü Yüce Allah’ın yarattığı dünya ve tüm evren girintili çıkıntılı, bükük, birbirine girmiş, düğümlenmiş şekillerden oluşur. İşte bu birbirini tamamlayan karmaşık şekillerin bir araya gelmesiyle dünya, son derece çeşitli, renkli ve birbiriyle mükemmel uyum içinde bir görüntüye sahiptir.  


“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)  


 Ayetlerde de bildirildiği üzere evrendeki her şey mükemmel bir düzene ve uyuma sahiptir. Yüce Allah’ın yarattığı, ince hesaplar gerektiren bu mükemmel düzeni ve ince detayı bilimsel düzeyde anlayabilmek için fraktal geometri bilimi ortaya çıkmıştır.   



Fraktal Geometri Nedir ve Nasıl Doğmuştur?   


Matematiğin önemli bir kolu olan geometri, insanın içinde yaşadığı dünyayı anlayabilmesi için gereklidir. Ancak evrenin mükemmel görüntüsü “Öklit Geometrisi” veya “Klasik Geometri” ile açıklanamayacak derecede karmaşıktır. Çünkü klasik geometri anlayışında doğada karşımıza çıkan şekiller; doğrular ve düzlemler, daireler ve küreler, üçgenler ve konilerden ibarettir ve dünyadaki karmaşık yapıyı anlamak ve modelleyebilmek için bu şekiller asla yeterli olmaz. İşte Latince (fraktus) “kırık tafl” anlamına gelen fraktal kelimesinden doğan ve Fransız matematikçi Benoit Mandelbrot tarafından 1975’de ortaya konan bu yeni geometri, karmaşık ama mükemmel bir uyum ve güzellik içindeki dünyanın kusursuz dengesini anlayabilmek amacıyla ortaya çıkmıştır.  









Fraktal Geometri Yüce Allah’ın Üstün Yaratışını Nasıl Sergiler?  









 Fraktal geometrinin çıkış noktasını oluşturan temel özellikler, Yüce Allah’ın yarattığı her şeyde var olan ölçüyü ve ince hesabı ortaya koyar.   
“…O'nun Katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.” (Rad Suresi, 8)







  Başlangıç Olarak Seçilen Bir Şeklin Varlığı: Nesneyi oluşturan şekil aslında tek bir şeklin iç içe geçmiş küçük kopyaları biçiminde sürekli olarak tekrarlanır. Boyutları küçülen ve birbirini takip eden şekiller, zincir oluşturarak devam eder. Ancak bu şekiller son derece simetrik bir biçimde sıralanırlar. Buna verilebilecek en güzel örnek kar taneleri veya salyangozun kabuğudur.   

Muhteşem Düzen: Doğada gördüğünüz tüm nesneler, hatta kendi vücudunuzdaki sistemler bile birçok karmaşık yapıdan oluştuğu zannedilmesine rağmen aslında bir düzene göre şekillenmişlerdir.  








 Bu özellikler, karmaşık göründükleri halde tamamen simetrik ve düzgün şekilde tekrar eden desenlerin varlığını göstermektedir.   


Fraktal Geometri Örnekleri  


 Kendi vücudumuzdan bir örnek olarak nefes borumuzu ele alalım. Nefes borumuz iki bronş oluşturacak şekilde önce iki dala ayrılır, bunu başlangıç şekli olarak kabul edelim. Bu iki dal kendi içinde, başlangıç şekli görüntüsünü koruyarak, yeniden ayrılır ve borucuklar, kesecikler içinde de gittikçe boyutu küçülerek, fakat hep başlangıç şekli görüntüsünü koruyarak devam eder. (Tıpkı fraktal ağacı örneğinde olduğu gibi.) Buradaki örneği dünyadaki birçok nesnede görmek mümkündür.   İçiçe geçmiş kas lifleri, ağaçların dalları, aorttan kılcal damarlara kadar tüm kan damarları, kasırga gibi şiddetli rüzgarlardan yerdeki yaprakları havalandıran hafif rüzgarlara kadar azalan hava akımlarının dizilimi, uzaktan bakıldığında fark edilmeyen yakından bakıldığında ise insanı hayrete düşüren desenlerdeki kar taneleri, hatta normal kalp atışı ritminin bile -kalp kaslarındaki sinir liflerinin- fraktal düzenine uygunluk göstermesi, fraktal geometrinin ortaya koyduğu, Yüce Allah’ın üstün yaratışının delillerinden yalnızca birkaçıdır.  








Koch Kar Taneleri   


Helge von Koch, Yüce Allah’ın doğadaki fraktal geometrik düzeninden ilham alarak 1904’te “Koch kar tanesi” adını verdiği kar tanelerini kağıt üzerinde oluşturmuştur. Başlangıç şekli olarak üçgeni kullanan Koch, her üçgenin kenarlarına daha küçük üçgenler yerleştirerek çeşitli kar taneleri şekilleri elde etmiştir.   Koch’un kar taneleri bu bilim adamının önce matematik ve fraktal geometri kurallarını öğrenmesi, ardından da bu bilgilerini kağıt üzerine aktarması ile ortaya çıkmıştır. Diğer bir ifadeyle, kar tanelerini uzun süreli bir eğitimin sonucunda çizmiştir. Doğadaki canlı ve cansız varlıkların yaratılışı göz önüne alındığında ise, çizim yapmak, çok basit bir ifade olarak kalmaktadır. O halde dünyadaki ağaçların, yaprakların, kar tanelerinin, yüzey şekillerinin, hayvanların postlarındaki desenlerin, vücudumuzdaki sistemlerin fraktal geometri kuralları içerisinde kendi başlarına tesadüfen oluşmaları mümkün müdür? Ya da bir bilim adamının uzun yıllar emek vererek kazandığı bilgileri aklı ve şuuru olmayan nesneler kendi başlarına öğrenebilirler mi? Elbette bu sorulara verilecek cevap “hayır”dır. Çünkü dünyadaki tüm canlı ve cansız varlıklar, Yüce Allah’ın üstün aklının ve ilminin tecellileri olarak yaratılmışlardır ve ilk bakışta karmaşık gibi görünen yapılarına rağmen insanı hayrete düşüren bir geometrik düzene sahiptirler.   Allah'ın Mucizesi tüm evrene hakimdir   Fraktal geometri günümüz matematikçilerinin çok iyi bildikleri ve uyguladıkları bir matematik kuralıdır. Dünyada birbiriyle ilişkisiz gibi görünen, canlı veya cansız pek çok yapının bu geometrik düzene göre şekillenmiş olması, onların özel olarak yaratılmış olduklarının en açık delillerinden biridir. Bu geometrik düzene göre yaratılan bitkiler, galaksiler, mikroorganizmalar, kristaller, canlılar ve vücudumuz, Yüce Allah'ın üstün sanatının, aklının ve ilminin birer örneğidirler. Rabbimiz bir Kuran ayetinde her şeyi bir ölçüyle yarattığını şöyle bildirmektedir:   


“Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)  

Tüm Dinler Mitolojilerden mi Çıkmıştır ?





İddia: '' Putperestlik inancına göre sadaka,yardımseverlik,iyilik yapanları mükhafatlandırılacakları vardır. Göktanrı dinine baktığımız da kötülük yapanların ateşten elbiselerin giyeceği anlatılır.Tek Tanrılı yahut çok Tanrılı dinlerin hepsinde ateş ve cennet vardır. Bunların hepsinde özellikle putperestlikte en önemli ibadetin Tanrının önünde diz çökme olduğu hatta buna benzer pek çok insan motifleri vardır. Mağaralarda namaza benzer insan eyilişlerini anlatan eserler mevcuttur karşısında pek çok uzullu Tanrılar vardır. Bu benzerlik nereden geliyor? O zaman İslamın özü bir değil diğer dinlerden etkilenmiş hatta onların karmasıdır.''


Cevap: Yeryüzündeki ''tüm dinlere'' bakarsak aşağı yukarı hepsi birbiriyle iç-içedir hatta kabaca hepsi birbirinin kopyası gibi görünür. Bu durumun iki türlü izahı mümkündür:

1) Aslında hiçbir zaman gerçek bir din olmamıştır, hepsi birbirinden türemiştir.

2) Allah'ın ilk insandan bu yana insanlara emrettiği bir tek din vardır, bu din zaman zaman insanlarca saptırılmıştır; Bu sapmalar sonunda ''gerçek dine'' büyük oranda benzeyen ama kenarından köşesinden farklılıkları olan diğer dinler (inanışlar) türemiştir.

Anlatımı daha kolay kılmak için basit bir örnek vereyim:

Kelime üretme oyununu bilmeyenimiz yoktur: Başlangıçta bir kelime söylenir, devamında tek harf eklenir - değiştirilir veya çıkartılır başka bir kelimeye dönüştürülür. 
Örneğin esas kelimemiz ''ara'' olsun:Ara - Kara - Karar - Yarar - Yara... vs.Özüne baktığımızda tüm kelimelerin esası ''ara'' sözcüğüdür ve tüm kelimeleri bu sözcükten türettik.Simdi bu örneği dinlere uyarlayalım; Allah tarafından insanlara emredilen dini, yani İslam'ı(Al'i İmran:19) ''Ara'' sözcüğüne diğer dinleri ise bu sözcükten türeyen kelimelere benzetirsek anlatmaya çalıştığım şey daha bir netlik kazanır zihninizde.


Bakınız Alemlerin Rabbi din çeşitliliği için neler diyor:

İncil'deki değişim: 
''...Öyleyse Allah'a ve peygamberlerine iman edin, "(Allah) üçtür" demeyin.Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah ancak bir tek ilahtır. O çocuk sahibi olmaktan uzaktır...'' (Nisa: 171)


Tevrat'taki değişim:
''O peygamberlerin izleri üzere Meryemoğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak 
gönderdik ....'' (Maide: 46)


Ve çok daha öncesindekilerin değişimi:


"Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!" diye Nûh'a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslam dini), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.'' (Şura: 13)


Kaldı ki yine Kur'an'da adı geçen 25 peygamber dahil (hadislerdeki) 124 bin Peygamber'in çok büyük bir kısmının farklı zamanlarda farklı kavimlere gönderildiği gerçeğini de göz önünde bulundurursak (Nahl:36) Peygamberlerin vefaatlarından sonra gönderilen dinin özünden saptırılıp, başkalaşması; başkalaşırken de özünde hala bir şeyler barındırması ve bu yüzden yeryüzündeki tüm dinlerin birbirine benzemesi çok normaldir ve bu bir çelişkiye 

değil hak dinin ''İslam'' olduğuna apaçık bir kanıttır.


Beşer uydurması birçok alakasız dinin olduğu da bir gerçektir ve bunlar içlerinde tamamen çelişkilerden ibarettir.


Toparlayacak olursak: Aslında insanlara vaaz olunan tek bir din vardır; Diğer tüm dinler bu dinin değiştirilmiş/saptırılmış halidir bu yüzden hepsi birbirine benzer.

Eşcinsellik Hastalık mı Tercih mi ?




1993 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından eşcinsellik, hastalık sınıflandırmasından çıkarılmıştır. Bundan öncesinde eşcinsellik genel olarak bilimsel çevrelerde hastalık; dini çevrelerde ise ahlaksız bir tercih olarak görülüyordu. Bu doğrultuda 20. Yüzyılda eşcinsellik çoğunlukla bir tür akıl hastalığı olarak tanımlanmıştır. Ancak günümüz modern düşünürlerine göre eşcinselliği sadece bir hastalık olarak düşünmek pek de mantıklı olmayacaktır çünkü bu durumu ispatlayacak yeterli bilimsel deliller mevcut değildir. Bu nedenle de eşcinselliğin sadece bir hastalık olarak görülmesi ve yalnız tıbbi yollarla tedavi edilmesi pek mümkün gözükmemektedir. Hatta daha doğrusu birçok düşünceye göre tedavi edilmesini gerektirecek bir durum da söz konusu değildir, çünkü iki kişinin aşk ve cinsel hayatına bir başkasının karışması modern zamanlarda olmaması gereken bir tutumdur. Ancak, bu durum gerçekten de doğru mu?




Genel Kavramlar

Öncelikle eşcinsellik ile ilgili genel kavramları öğrenmek, konunun bütününü anlama amacında daha verimli olacaktır. İnsanların cinsel tercihleri üç şekilde olabilmektedir. Karşı cinsten hoşlanıyorsa heteroseksüellik (doğal cinsel seçim), kendi cinsinden hoşlanıyorsa homoseksüellik (eşcinsellik) ve iki cinsle de aşk ve cinsel birliktelik kuruyorsa biseksüellik adı verilir. Kadın eşcinselliğine, yani bir kadın iken kadınlardan hoşlanma durumuna lezbiyenlik, erkek eşcinselliğine yani bir erkek iken erkeklerden hoşlanma durumuna ise gaylik denir. Bu cinsel tercih kavramlarının yanında bir de bedensel tercih kavramları bulunmaktadır. Kişinin, doğuştan gelen cinsiyetini reddederek kendi vücudunu karşı cinsten hissetme durumuna transeksüellik adı verilir. Transeksüellik, bedensel bir kavramdır; transeksüel bir insan eşcinsel olabildiği gibi biseksüel ya da heteroseksüel de olabilmektedir. Örneğin, kadınlardan hoşlanan bir kadın, kendi dişi vücudunu seviyor ve kadın olmaktan memnun ise, o sadece lezbiyen - eşcinseldir. Ancak hem kadınlardan hoşlanan hem de kendini erkek gibi hisseden, kendi dişi vücudunu sevmeyen ve değiştirmek isteyen bir kadın sadece eşcinsel değil aynı zamanda da transeksüeldir. Başka bir örnek vermek gerekirse, kadınlardan hoşlanan, kendi erkek vücudunu sevmeyen bir erkeğin, vücudunu değiştirerek ameliyatla kadın vücuduna sahip olduğunu düşünelim. Bu erkek artık bir kadın vücudundadır ama yine de kadınlardan hoşlanmaktadır. İşte bu erkek transeksüeldir, ancak eşcinsel değildir.

Son olarak hermafroditlik ve travestilik kavramlarına da değinelim. Travestilik, bir erkeğin kadın gibi giyinmesi durumudur, bedensel olması gerekmez. Bir travesti, transeksüel, eşcinsel, biseksüel veya heteroseksüel olabilir. Diğer yandan kadınların erkek gibi giyinmesi fazla dikkat çekmediği için kadınlarda travestilik sıfatlandırması yapılmaz. Hermafroditlik ise; doğuştan hem erkek hem de kadın cinsel organlarına sahip olmaktır. Bu kavramı ileride detaylı inceleyeceğiz.<br />





Kusurdan Doğan Hastalık, Hastalıktan Doğan Tercih?

Son zamanlarda ortaya çıkan bir iddiaya göre eşcinselliğin çocuklukta veya daha sonrasında yaşanan travmaların bir sonucu olarak, tedavi edilebilen psikolojik bir hastalık olduğu öne sürülmüştür. Türkiye de dâhil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde psikoterapi ile eşcinselliği tedavi etmeyi amaçlayan klinikler mevcut bulunmaktadır. ABD'de Eşcinsellik Üzerine Ulusal Araştırma ve Tedavi Birliği'nin eski başkanı Dr. Joseph Nicolosi "Homoseksüel olduğu halde gay olduğunu kabul etmek istemeyen erkekler var.  Bu erkekler psikolojilerinde yadsıyamayacakları bir homoseksüel yönleri olsa da gay kavramının işaret ettiği yaşama biçimini ve değerleri benimsemiyorlar. Bu yüzden de değer yargıları ile cinsel eğilimleri arasında çatışma yaşıyorlar. Ve bu nedenle de bu durumu bir sorun olarak görüp ondan kurtulmak istiyorlar. Kısaca, bu erkekler tedavi olmak istiyorlar. Terapistlerin ''neden gay olmak istemiyorsun?'' sorusuna verdikleri cevap ''çocuk sahibi olmak ve toplum tarafından dışlanmamak oluyor'' diyor. Ancak Nicolosi tarafından öne sürülen bu iddia, yine kendisi tarafından çürütülüyor. Aslında görüldüğü gibi eşcinsel bir kişi, kendisinin gerçekten hasta olduğunu düşünmüyor, toplum içinde dışlanmamak ve yalnız kalmamak için kendisini bu farklı durumundan kurtarmak ve bu nedenle tedavi olmak istiyor. Homoseksüel olduğu halde gay olduğunu kabul etmeyen bu kişilerin tamamı aslında toplumsal baskıdan korktukları için bu durumu kabullenememektedir. Eğer ki toplum eşcinselliği çok doğal bir durum olarak görseydi, bu kişiler asla gay olduklarından rahatsız olmayacaklardı. Sırf bu nedenle bile, eşcinselliği sadece bir hastalık olarak görmek imkansız olacaktır.

Elbette eşcinselliğin en büyük etkenlerinden birisi doğuştan gelen hormonal bozukluktur ve bu kusurlu yapıyı diğer doğuştan gelen kusurlar gibi bir hastalık olarak kabul ederiz (burada bir ayrımcılık düşünülmesin, örneğin mavi gözlü olmak da genetik bir kusur olduğu için aslında hastalıktır). Ancak diğer yandan kişi, sahip olduğu -genlerindeki mevcut- cinsiyeti seçerek hormon tedavisi görmeyi seçebilir; ya da tam tersi cinsiyeti seçerek dışarıdan medikal yardımla daha çok hormon alarak hormonal bozukluğu daha da arttırabilir ve cinsiyet değiştirebilir. Bu durumda eşcinselliği bir tercih olarak görebiliriz. Evet, eşcinselliğe başta hormonal bozukluk olmak üzere, yetişme tarzı, psikolojik sorunlar veya karşı cinse duyulan hayal kırıklığı gibi psikolojik veya biyolojik hastalık sınıflandırılmasına sokulabilecek etkenler neden oluyor olsa da eninde sonunda homoseksüel isteği desteklemek ya da baskılamak kişinin elinde olduğu için, bu durum sadece bir hastalık değil, aynı zamanda da bir tercihtir.

Gençliğinde cinsel tacize veya tecavüze uğramış çocukların gelecekte eşcinsel eğilim göstermeleri de sonradan kazanılan bir durum değildir. Nitekim her istismara uğrayan erkek çocuğu homoseksüelliğe yönelmemektedir. Bu durumu, zaten çocukta olan yüksek miktardaki hormonal kusurun, cinsel istismar ile tetiklenerek ortaya çıkması olarak görebiliriz. Yani çocukta aslında hormonal kusur bulunmakta ve başından geçen olay nedeniyle de hormonal kusurlar baskın duruma gelmektedir. Bu nedenle de başından böyle olaylar geçmiş kişilerin de durumu yine hormonal kusurlar ile ortaya çıkan, psikolojik ve çevresel faktörler ile kuvvetlenen bir tercih meselesidir.





Eşcinsellik Doğal mı?

Bir insanın doğal sistemi iki adet cinsiyeti ve o iki farklı cinsiyetin birbirleriyle ilişkiye girmesini desteklemektedir. Doğal olarak, insanın bedensel yapısı eşcinselliğe uygun değildir. Aslında eşcinsellik gerçekten de ortaçağdan beri Hıristiyanlık tarafından tanımlanan ''peccatum contra naturam'' yani doğaya karşı işlenen bir günah olarak görülebilir. Aşk ve zevk konularını geçersek, canlıların cinsel ilişkiye girmelerinin bir diğer nedeni üreme içgüdüsüdür. Bu durumda eşcinselliği doğal olarak varsaymak imkânsızdır. Kısaca, "eşcinsellik etik midir değil midir" sorusundan önceki konu eşcinselliğin mantıklı olup olmadığıdır. Cinselliği bir üretim aşaması ve yeni nesilleri de ürün olarak değerlendirirsek, eşcinsellik; asla ürün vermeyen boş bir aşama olarak görülebilir. Bu durum "doğal" görüşle bakıldığında sadece bir israftır ve mantığı yoktur.

Bazı çevrelerde Tanrı tarafından yaratılmış "hatalı ürün" olarak görülen çift cinsiyetli - Hermafrodit bireylerin varlığı da yine eşcinselliği doğal kılamamaktadır. Nitekim, zaten her erkekte kadınlık hormonu ve her kadında da erkeklik hormonu bulunmaktadır. Kısaca aslında her insan az miktarda eşcinsellik eğilimine sahiptir. Hermafroditlik de bu durumun sadece daha bariz ve aşırı bir şekilde görülenidir. Şimdi hemen bir yanlışı düzeltelim, hermafrodit bireyler aslında çift cinsiyetli değil, sadece iki cinsiyet organına da sahiptir. Bir insana çift cinsiyetli denilebilmesi için kadınlara ait XX ve erkeklere ait XY üreme kromozomlarının her ikisini de taşıması gerekir. Ancak biyolojik olarak böyle bir durum elbette mümkün değil. Hermafrodit yani belirgin olmayan bir dış genital bölgeyle doğmuş kişilerin ya XX ya da XY kromozomu bulunur; yani aslında bu kişilerin her ne kadar iki adet cinsel organları da olsa genetik olarak tek ve belli bir cinsiyetleri vardır. Yani Hermafrodit bir bireyin üreme sistemiyle ilgili doğuştan gelen kusurları olmasına rağmen, cinsiyeti bir tanedir. Bu nedenle Hermafroditlik hem tercihtir hem de hastalıktır; kişi hangi cinsiyete sahipse, o cinsiyete göre yaşamayı seçerek, diğer cinsiyete ait üreme yapılarını bir kusur olarak görüp, tedavi olabilir veya aslında olmadığı diğer cinsiyeti seçerek hormonal yardımla eşcinselliğe yönelebilir.


Daha önce de belirttiğim gibi her insanda belli miktarda eşcinsellik eğilimi vardır çünkü her insan hem bazı kadınlık hem de bazı erkeklik hormonlarına sahiptir. Hatta 90'lı yıllarda ABD'de yapılan geniş kapsamlı seksüellik deneylerinde bazı heteroseksüel erkeklerin, gay erkeklerden daha fazla kadınlık hormonu salgıladıkları belirlenmiştir. Bu durum aslında her şeyin beyinde bittiğini göstermektedir çünkü her kadınlık hormonları yüksek erkek, gay olmak istememektedir. Yani, doğuştan hormonal kusurla doğmuş bazı erkeklerin tercihi "olduğu gibi devam etme" olurken; diğer erkeklerin seçimi ise eşcinsellik olmuştur. Şimdi, burada "olduğu gibi devam eden" erkeklere kimse hastalıklı demeyecektir, ancak diğer yolu seçmiş eşcinseller hasta olarak görülecektir ki işte yanlış buradadır. Eşcinsellik duygusuna neden olan şey bir kusurdur ve doğal olarak hastalıktır, ancak eşcinsel olup olmamak bir tercihtir ve aradaki bu ince farkı iyi anlamak gerekiyor. Çocukluğunda hormonal bozukluk nedeniyle eşcinsel eğilimler yaşayan bir kişi, çevresel ve ailevi faktörlerin de yardımıyla bir seçim yapar; ya kusurlu hormonal yapısını karşıt tedavilerle ve telkinlerle baskılayarak olduğu cinsiyette devam eder ya da kusurları destekleyerek eşcinselliği seçer. İşte bu noktada biyolojik kusur bir tercih haline gelmiştir.

Transeksüellik yani cinsiyet değiştirmek ise başlı başına doğal olmayan bir durumdur. Kişi hormonları ve tercihleri ile başka bir cinsiyete ilgi duyabilir, ancak sahip olduğu bedeni sevmemek ve onu değiştirmeye çalışmak psikolojik bir anormalitedir. Bilindiği gibi kendini heteroseksüel, homoseksüel veya biseksüel olarak betimleyen transeksüeller bulunmaktadır. Bu durum "karşı cinsin bedenine sahip olma" isteğinin herhangi bir hormonal kusurla alakası olmadığını göstermektedir. Siyahi olarak doğan ve kendini beyazlatmak isteyen bir erkeğin veya estetik yaptıran bir kadının durumuyla; transeksüellik aynı kulvarda bulunmaktadır. Hepsi doğuştan geleni beğenmeme ve farklılaşma isteği ile açıklanabilir. Hatta bazı bilim adamlarına göre, erkeklerdeki transeksüel istek, teşhircilik ve kadın vücuduna duyulan aşırı arzu ile, kadınlardaki ise maskulen fobi ile açıklanabilmektedir. Bu kapsamda, her ikisi de bir tercih olsa da transeksüellik ile eşcinsellik birbirinden net çizgilerle ayrılmaktadır. Eşcinsellik psikolojik ve biyolojik etkenlerle ortaya çıkan, kusurlardan doğan bir tercih durumudur; transeksüellik ise sadece psikolojik bir sorundur ve kişinin hormonal bir bozukluğu veya eşcinsel eğilimi olmasına gereken yoktur (Örneğin: erkek olarak doğup, kadın vücudunda yaşamak isteyen ancak aynı zamanda da yine kadınlardan hoşlanan erkek durumu, heteroseksüel transeksüellik). Bu nedenle yazının devamında genel olarak eşcinsellik üzerine yoğunlaşacağız.

Birçok kesim, eşcinselliği, hayvanlar âleminde de eşcinsel davranış sergileyen canlıların varlığı ile doğal göstermeye çalışmaktadır. Evet, gerçekten de hayvanlar arasında eşcinsel eğilim gösteren türler mevcuttur; ancak bu asla eşcinselliğin doğal olduğu yorumunu getiremez. Unutulmaması gereken şudur ki, insan hayvandan üstündür ve hayvanın yaptığı davranışlar, insanın da yapması gereken davranışlar olarak tanımlanamaz. Hayvanlar âlemi, kanlı ve hiyerarşik bir düzenden oluşmaktadır. Örneğin aynı türden iki erkek, dişiyi kapmak için ölümüne kavga eder ve kavgayı kazanan dişiyi elde eder. Bu durumdan genelleme yaparsak, insanların da birbirini eş seçimi için öldürmesini doğal karşılayabilir miydik? Elbette eşcinselliği cinayet ile aynı kefeye koymuyorum ancak benzetme yaparsak nasıl ki birbirini öldüren hayvanların yaptıkları, bir insanın adam öldürmesini doğal kılmıyorsa, aynı şekilde bazı hayvanların eşcinsel eğilim göstermeleri de eşcinsel insanların doğal ve normal oldukları anlamını taşımaz. Aslında sırf bu yüzden ki homofobik bireyleri de fazla yargılamamak gerekir. Madem ki bazı çevrelere göre eşcinsellik doğal bir durumdur, o halde homofobi de doğal bir davranıştır. Toplumlarda, "doğal" olarak, "doğal" olanın dışında kalan ya da "doğallık" sınırlarını aşan her şey, "doğal" insanın şaşkınlığı ve/veya "doğal" tepkisi ile karşılaşır. Bu yabancı ve farklıya karşı duyulan tepki mekanizmasıdır ve insanoğlunun genlerinde mevcuttur. İki gay erkeğin öpüşmesini ve daha ilerisini gören, heteroseksüel bir erkeğin rahatsız olmaması imkânsızdır. Elbette, rol yaparak kişi rahatsız olmuyor gibi kendisini gösterebilir; ancak bu sadece kendi hormonlarına yalan söylemek olacaktır. Bir homofobik bireyle diğerini ayıran özellik ise özgürlüklere karşı bakış açısıdır. İki birey de eşcinsel ilişkiyi görmekten rahatsız olsa da birisi özgürlükçü davranıp durumu normal karşılamakta, diğeri ise otokrat bir davranış göstermektedir.

Dinlerde Eşcinsellik

Biraz tarihte geriye gidersek, değil İlahi dinler, en eski Pagan dinlerinde bile eşcinselliğin doğal karşılanmadığını görebiliriz. Tanrıça odaklı paganizme göre, erkek eşcinselliği doğaya ve insan vücuduna karşı bir suçtur. Paganizmde insan kendi vücuduna zarar verecek davranışlardan kaçınmalıdır. Ters ilişkinin insan sağlığına zararlı olduğu tıbbi olarak ispatlanmış bir gerçektir. Ancak tanrıçaya tapan ve neredeyse bütün din görevlileri kadın olan paganizmde normal olarak kadın eşcinselliği, yani lezbiyenlik yasak veya suç değil aksine kutsal kabul edilmiştir. Onlara göre, kadın vücudu ve ruhu gibi kutsal ve mükemmel şekilde yaratılmış bir yapıya istek duymak takdir edilecek bir durumdur. Bu nedenle antik dini ayinlerde erkek-kadın, kadın-kadın ve erkek-birden fazla kadın tarzı ilişkilere bolca yer verilmiştir.

Diğer yandan çok tanrılı mitolojide erkek eşcinselliği sıkça görülmektedir. Hatta baş tanrı Zeus'un bile eşcinsel ilişkiye girmesiyle ilgili mitler bulunmaktadır. Elbette bu olayların varlığı durumun asla o dönemde etik olduğu anlamına gelemez. Evet, o dönemde eşcinsellik vardı ve günümüzdeki gibi fazla tepki çekmiyordu, ama yine de tamamen normal olarak karşılanmıyordu. Çok tanrılı paganizm de eşcinsel ilişkiye girmiş veya karısına sıklıkla aldatan Zeus, tecavüzcü Hades ve kocası dışında bir çok tanrıyla ilişkiye girmiş Afrodit gibi karakterler mevcuttur. Bu tanrı ve tanrıçaların varlığı eşcinselliği doğal kılmamaktadır. O dönemin insanları kendi davranışlarını da tanrılara yansıtarak bir nevi kendilerini aklamaya çalışmışlardır. Nitekim, o dönemin en ahlaki ve aydınlık tanrısı olarak gösterilen Apollon, ne eşcinsel bir ilişki yaşamış ne de başka sapkın bir suç işlemiştir.

Eşcinselliğe İlahi dinlerden bakarsak, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam, erkek eşcinselliğini kesin olarak yasaklamıştır. Dinlere göre günah olarak nitelendirilen bu davranış, bir hastalık değil tercih meselesidir. Çünkü dinlerin insanları ellerinde olmayan hastalıklar değil tercihleri nedeniyle cezalandırdığı kabul edilir. Yani Tanrı, asla bir insanı tercihi olmayan bir durum nedeniyle cezalandırmaz. Diğer yönden, bazı akılcı dinsel görüşlere göre, tanrı her insana belli kusurlar vermiş ve o kusurlarla hakkıyla başa çıkmalarını beklemiştir. Yani, bu görüşe göre, tanrı özellikle bir insana eşcinsel duygular verip, o kişiden eşcinsel duygularını günah olduğu için bastırmasını bekleyebilir. Aslında iki görüş de aynı kapıya çıkmaktadır, dinlerde eşcinsellik genel olarak bir tercih olarak görülür ve tanrı insanın doğru tercihi yapmasını ister.

Peki İlahi dinler neden cinselliği yasaklamıştır? Bu sorunun aslında iki ana cevabı bulunuyor. İlk olarak ters ilişki insan vücuduna zararlı olduğu için İlahi dinlerce, sadece homoseksüel değil, heteroseksüel ilişkilerde de yasaklanmıştır. Ters ilişki, kişinin iç organlarına kalıcı zararlar vermekte ve AIDS ve frengi gibi hastalıkların bulaşmasını kolaylaştırmaktadır (bilimsel verilere göre AIDS ters ilişki ile daha yüksek oranda bulaşabilmektedir). İkinci neden ise, dinlerin zina, fuhuş, grup seks, ters ilişki, oral ilişki ve ağır-müstehcenlik gibi davranışları cinselliği korumak, bayağılaştırmamak ve aile yapısını bozmamak amacıyla engellemesidir. Dinlerde her tür aşırıya kaçan cinsel eylem yasaklanmıştır. Çünkü bu tür aşırılıkların kutsal aile yapısını bozacağı, ahlak ve medeniyet duygularını körelteceği düşünülmektedir. Din; eşcinsellik, ensest ilişki, pedofili, nekrofili, zoofili ve grup seks gibi birçok normal cinsel aktiviteler dışında sayılan davranışları kesin bir dille ahlaksızlık olarak tanımlamıştır. Bu anlamda dini metinlerde geçen şekliyle eşcinsel kavimlerin şehirleri olan Sodom ve Gomora cezalandırılmıştır.


 Kuran'da Lut ve kavmi ile ilgili geçen ayetlerden bazılarını inceleyelim:

''Ve Lut... Toplumuna şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı bir iğrençliğe mi girişiyorsunuz?" (Araf 80)

''Siz, kadınları bırakıp şehvetiniz yüzünden erkeklere gidiyorsunuz. Doğrusu siz sınır tanımayan bir topluluksunuz.'' (Araf 81)

''Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz." (Şuara 165-166)

''Lut'u da (peygamber olarak gönderdik). Hani o kavmine şöyle demişti: "göz göre o çirkin işi mi yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez bir toplumsunuz." (Neml 54-55)

''Lut'u da peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: "gerçekten siz, sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı bir hayâsızlığı işliyorsunuz. Siz hâlâ erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?" kavminin cevabı, "eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi Allah'ın azabını getir bize." demeden ibaret oldu.''  (Ankebut 28-29)

Musevilik'e bakacak olursak, Tevrat'a göre ise eşcinselliğin cezası çok daha ağırdır.

Musevilik ters ilişkiyi yaşayan erkeğin derhal öldürülmesini emreder:

''Bir erkek başka bir erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler. Ölümü hak etmişlerdir.'' (Lev. 20:13)


Kişisel Özgürlükler ve Sağlık

Eşcinsel savunucularının bir diğer iddiası ise insanın zevk aldığı şeylerden ayrılmaması gerektiğidir. Yani, onlara göre, bir erkek, homoseksüel ilişkiden zevk aldığına göre bu duruma devam etmeli ve toplumun geneli de o kişiyi yadırgamamalı ve desteklemelidir. Fakat unutulmaması gereken şudur ki, örneğin tecavüz eden kişi de zevk almak için bu hareketi gerçekleştirmektedir. O halde, tecavüzcüleri de desteklememiz mi gerekir? Ya da madem durum tercih ve zevk meselesi olduğu için serbest bırakılmalıdır, o halde pedofili ve çocuk pornosu da serbest bırakılabilir; sonuçta bunlar da tercih ve zevk değil midir? Hatta toplumun geneline bakarsak ahlaki ve etik kuralları yıktığımızda çoğu erkeğin itiraf edemeseler de 14-15 yaşındaki kızlarla ilişkiye girme fikrine şehvetle baktığı görülebilir. Kısaca zevk almak her zaman doğruyu yapmak anlamına gelmez.


Her ne kadar yazıda birçok tıbbi, dinsel ve ahlaki boyutta örnekler vermişsem de, yasaklamalar ve düzenlemelerde göz önünde bulundurulması gereken en önemli şey sağlıktır. İki kişi arasındaki duygusal ilişkiye üçüncü kişilerin karışması asla etik değildir, bu nedenle pratikte kimse, eşcinsel bireylerin hayatına müdahale etmemelidir. Ancak, aynı zamanda devlet iki kişi arasında olan bir olaya - eğer herhangi bir insan zarar görüyorsa - karışabilir. Ters ilişki nedeni ile eşcinsel erkek ortada sorun görmese bile devlet bu duruma sağlıksal gerekçelerle el koyabilir. Bu nedenle, lezbiyenlik serbest bırakılırken, erkek homoseksüellerin ters cinsel ilişkiye girmesi yasaklanabilir ve homoseksüel ilişkinin sadece duygusal anlamda kalması sağlanabilir. Kısaca eşcinsel erkek istiyorsa başka bir erkekle aşk yaşayabilmeli, ancak bu işi sağlıksal gerekçeler nedeniyle ters ilişkiye götürmemelidir. Unutulmaması gerekir ki, homoseksüel erkekler arası seks - ya da heteroseksüel anal seks, başta AIDS olmak üzere bir çok hastalığa neden olmaktadır.

Eşcinsel birey, zaten eşcinsel hayatı seçerek üreme seçeneğini ikinci plana atmıştır, bu nedenle bu bireylerin çocuk sahibi olmaları engellendiğinde, pratik olarak özgürlüklerinde herhangi bir kısıtlama oluşmaması gerekir. Bir eşcinselin bu duruma itiraz etmeye hakkı da bulunamaz. Çünkü eğer ki eşcinsel ilişki ona göre tamamen normal ve doğal bir olaydır, o halde eşcinsel çift kimseye muhtaç olmadan kendi çocuklarını da kendileri doğurmalıdır. Evlat edinmeye çalışmak eşcinsel ilişkinin çelişkisi olacaktır. Eşcinsel çiftlerin çocuk sahibi olması engellenmelidir. Doğal düzende bir insan çocuğu hem anne hem babaya ihtiyaç duyarken, daha en başından onu bunların birinden mahrum etmek ve gereksiz yere çocuğun kişisel gelişimde sorunlara yol açabilecek bu tür aile yapıları kabul edilemez. Bu durum aynı şekilde ensest birliktelik yaşayan insanlar için de geçerlidir. Kimse zarar görmediği için iki bireyin arasındaki ensest ilişkiye karışılmamalıdır. Ancak elbette ensest bireylerin de çocuk sahibi olmasına, çocuğun sakat doğabileceği veya çarpık bir ilişki ortamında büyüyebileceği ihtimaline karşı izin verilemez.

Eşcinseller aşk hayatlarında serbest bırakılırken, aynı zamanda diğer vatandaşların psikolojik durumu da göz ardı edilemez. Örneğin, önünde abartı ilişki yaşayan bir eşcinsel çifti gördüğünde, şiddetsiz tepki göstermek ve bu durumu kaldıramamak doğal bir davranıştır. Bu nedenle bu tür bireyler de homofobik (homofobi bir tür ayrımcılıktır ve kınanmalıdır, ancak herkesten de eşcinsellik konusunda açık görüşlü olması beklenemez) oldukları gerekçesiyle suçlanamaz. Bu nedenle eşcinseller istedikleri gibi yaşamakta özgürdürler, ancak diğer heteroseksüel insanları da düşünmelidirler (aynı şekilde eğer bir eşcinsel gördüğü abartı heteroseksüel ilişkiden rahatsızsa, karşısındaki çift de düşünceli olmalıdır). Nasıl ki toplum içinde başka insanların rahatsız olmaması için çıplak dolaşmak serbest değilse, bu durum da aynı şekilde düşünülebilir. Karşılıklı anlayış ve bazı tepki çekebilecek farklılıkları başka insanların gözüne sokmayarak, toplum barış içinde yaşayabilir.





Hem Tercih, Hem Hastalık

Eşcinsellik hem bir hastalık hem de tercihtir. Bir hastalıktır çünkü doğuştan gelen biyolojik kusurlardan ve psikolojik sorunlardan ortaya çıkar. Bir tercihtir, çünkü kişilerin eşcinsel olarak kendi cinsiyetiyle devam edebilme veya heteroseksüel olabilme gibi ihtimalleri vardır. Tarihte buna benzer bir çok örnek yaşanmıştır. Öncesinde gay olup daha sonra heteroseksüel ilişkiye geri dönen veya tam tersi sonradan gay olan bireylerin varlığı, eşcinselliğin asla değişemeyeceği görüşünü çürütmektedir. Eşcinsellik sabit bir durum değildir ve gerekli yollar izlendiğinde eşcinsel bireyin isteğiyle kişi tekrar heteroseksüel hale gelebilir. 2012 tarihli UNIMELB Eşcinsel Psikolojisi araştırmasına göre, kendini gay olarak tanımlayan bireylerin %67'si aynı zamanda güzel ve seksi bir kadından da etkilenmektedir (ancak yine de bir erkeğe oranla daha az). Bu sonuca göre, çoğu gayin aynı zamanda bir kadından da etkilenebilmesine rağmen, bazı nedenlerden dolayı erkeklere yönelmesi, tam tersi geri dönüşün de mümkün olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak eşcinsellik kusurlardan doğan bir tercih meselesidir. Bir homoseksüelin heteroseksüel olabileceği gibi tam tersi de mümkündür. Dinlerde, eşcinsellik yasaklanmıştır. Kimse zarar görmediği sürece bir kişinin aşk ve seks hayatı sadece kendisini ilgilendirir. Heteroseksüel bireyler toplum içerisindeki eşcinsellere homofobi ile bakmamalı ve yaşadıkları ilişkiye karışmamalı, eşcinseller ise kendileri gibi olmayanları göz önünde bulundurarak kimseye rahatsızlık vermemeli ve toplum içinde provokatif amaçla aşırıya kaçmamalıdır. Yine olay, herkesin yararına olması için en basit toplumsal kurala dayanır, toplumsal refah için, karşılıklı empati...

25 Ekim 2013 Cuma

Aydınların Kuran Hakkındaki Yorumlarından Bazıları


Mekkeliler hala ondan mucize istiyorlardı ve Hz. Muhammed (sav), dikkate değer bir cesaretle ve kendinden eminlikle misyonunun teyidi olarak Kuran’ın kendisine başvurdu. Tüm Araplar gibi onlar da lisan ve konuşma sanatında uzmandılar. Eğer Kuran onun kendi yazması olsaydı, diğer kişiler onunla rekabet edebilirdi. Bırakalım onun gibi on ayet yazsınlar. Eğer yazamazlarsa (ki kesinlikle yazamazlar) o zaman Kuran’ı açık bir mucize olarak kabul etsinler. (Oxford Üniversitesi’nden ünlü Arap dili uzmanlarından Hamilton Gibb)248

Edebi bir dev yapıt olarak Kuran tek başına durmaktadır; Arap edebiyatının eşsiz bir ürünüdür, kendi deyimiyle selefi ve halefi yoktur. Tüm çağların Müslümanları yalnızca içeriğinin değil, üslubunun da taklit edilemeyeceği konusunda birleşmişlerdir… (Arap dili uzmanı Hamilton Gibb)249

Kuran’ın Arap edebiyatının gelişimi üzerindeki etkisi ölçülemez ve bu etki pek çok yönde olmuştur. İçerdiği fikirler, dili, kafiyesi sonraki tüm edebi eserlere az ya da çok nüfuz etmiştir. Belirli dil özellikleri ne bir sonraki yüzyıl nesrinde ne de daha sonraki nesir yazılarında taklit edilemedi, fakat en azından kısmen Kuran’ın Arap diline getirdiği esneklik nedeniyle mevcut durum hızlı bir şekilde gelişebildi ve imparatorluk yönetiminin ve gelişen toplumun yeni ihtiyaçlarına göre bir hal aldı. (Arap dili uzmanı Hamilton Gibb)250
Misyonunun gerçekliğinin bir kanıtı olarak ne zaman Hz. Muhammed (sav)’ten bir mucize istense, O, Kuran’ın İlahi kaynağının bir kanıtı olarak Kuran ifadelerini ve kıyaslanamaz üstünlüğünü kullanmıştır. Aslında Müslüman olmayan kişiler için bile hiçbir şey onun anlaşılır bir bütünlüğe ve kavrayıcı bir tokluğa sahip dilinden daha harika değildir… Gösterişli ahenklerle dolu seslerin bolluğu ve olağanüstü ritimler, en düşmanca ve kuşkuyla yaklaşan kişilerin değişmesinde önemli olmuştur.251 (Paul Casanova’nın “L’Enseignement de I’Arabe au College de France” (Fransız Kolejinde Arap Eğitimi) adlı makalesinden)
Kuran Cebrail tarafından Hz. Muhammed (sav)’e dikte ettirilmiş, kelimesi kelimesine Allah’ın bir vahyidir. Kendisi ve Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in doğruluğunu teyit eden bir mucizedir. Mucizevi niteliği kısmen tarzında yatar -o kadar mükemmel ve yücedir ki hiçbir insan ve cin en kısa suresiyle kıyaslanabilecek tek bir sure yazamaz- kısmen de öğretisinin içeriğinde, gelecek hakkındaki bilgilerinde ve Hz. Muhammed (sav)’in asla kendi kendine elde edemeyeceği bilgilerin olağanüstü derecede doğruluğunda yatar.252(Harry Gaylord Dorman’ın Towards Understanding Islam (İslam’ı Anlamaya Doğru) adlı kitabından)
Arapça Kuran’a aşina olan herkes bu dini kitabın güzelliğini övmede hemfikirdir; biçimindeki ihtişam o kadar üstündür ki, herhangi bir Avrupa lisanına tercüme edildiğinde gerektiği gibi takdir edilemeyebilir.253 (Edward Montet, Traduction Francaise du Coran(Kuran’ın Fransızca Tercümesi) adlı kitabından)
Orijinal Arapçası ile Kuran insanı harekete geçiren bir güzelliğe ve cazibeye sahiptir. Özlü ve üstün stili, genellikle kafiyeli olan, birden çok anlamlar içeren kısa cümleleri, kelime kelime tercümesinde ifade edilmesi son derece zor olan anlamlı bir etkiye ve patlayıcı bir enerjiye sahiptir.254 (John Naish’in The Wisdom of the Qur’an (Kuran’ın Hikmeti) adlı kitabından)

Kuran evrensel olarak, Arapların en asil ve kibarı olan Kureyş lehçesinde, en güzel ve saf bir dille yazılmıştır… Kuran’ın stili güzel ve akıcıdır… ve birçok yerde özellikle de Allah’ın haşmeti ve nitelikleri tarif edildiği zamanlar yüce ve görkemlidir… O kadar başarılıdır ve dinleyicileri o kadar hayrete düşürür ki, bazı muhalifleri bunun bir büyücülük ve sihir etkisi olduğunu düşünmüşlerdir.255(George Sale’in, The Koran: The Preliminary Discourse (Kuran: İlk Vaaz) adlı kitabından)





Gerçekliğin, hikmetin ve üslup sadeliğinin mucizesi…256 (Aziz Bosworth Smith’inMohammed and Mohammadanism (Hz. Muhammed ve Muhammedçilik) adlı kitabından)



Kuran seçkin güzellikte bir kafiyeye ve kulağı büyüleyen bir ahenge sahiptir. Pek çok Hıristiyan Arap, Kuran’ın stilinden hayranlıkla bahseder ve pek çok Arapça uzmanı onun mükemmelliğini kabul eder… Gerçekte, hem şiir hem nesirde engin ve verimli olan Arap edebiyatı içinde onunla kıyaslanacak hiçbir şey yoktur.257 (Alfred Guillaume’ın Islam(İslamiyet) adlı kitabından)


Kuran’ın İlahi Bir Kitap Olması ve İnsanlar Üzerindeki Etkisi Hakkındaki Yorumlardan Bazıları


Bütün olarak Kuran’da en zeki insanlar, en büyük filozoflar ve en yetenekli politikacılardan alınabilecek bir akıl koleksiyonu buluruz. Ama Kuran’ın ilahi kaynaklı olduğunun başka bir kanıtı daha bulunmaktadır; vahyedildiği günden bugüne kadar çağlar boyunca bozulmadan korunmuş olması… Müslüman dünya tarafından tekrar tekrar okunan bu kitap, iman eden kişide hiçbir bıkkınlık meydana getirmez, aksine tekrarları yoluyla her gün daha da çok sevilir. Onu dinleyen ya da okuyan kişide derin bir huşu ve saygı hissi uyandırır… Dolayısıyla, İslam’ın büyük ve hızlı bir şekilde yayılmasını sağlayan, her şeyden öte, bu kitabın Allah’ın kitabı olmasıdır…258 (Laura Veccia Vaglieri’ın Apologie de I’Islamisme(İslamiyet Adına Bir Açıklama) adlı kitabından)
Kuran çok sayıda mükemmel ahlaki tavsiyeler içerir ve içeriği küçük bağlantısız parçalardan oluşur, öyle ki tüm insanların onaylaması gereken özdeyişler bulmadan tek bir sayfasını bile geçemeyiz. Kuran’ın bölümler halindeki bu yapısı hayattaki herhangi bir olayda sıradan insanlara uygun olan, kendi içinde bir bütün olan metinler, özdeyişler ve kurallar meydana getirir.259 (John William Draper’ın A History of the Intellectual Development of Europe (Avrupa’nın Entelektüel Tarihinin Gelişimi) adlı kitabından)
[Allah'ın] Güç, bilgi ve evrensel İlahi takdir ve birliği (göklerin ve yerin sahibi tek bir Allah’a olan inanç ve güven) niteliklerine atfen Kuran’da geçen İlahi doğa anlayışı, ayrıca yüksek ve derin ahlaki azim, öğüt verici akli konuların Kuran’da yer alması ve güçlü milletler ve büyük imparatorlukların kurulacağını ispatlayan bölümler bulunması sebepleriyle Kuran’ın en üst derecede övgüye layık olduğu da kabul edilmelidir.260 (Aziz J. M. Rodwell’in Arapça’dan tercüme İngilizce Kuran mealinin önsözünden)
… Edebi bir ürün olarak onun değeri bazı subjektif ve estetik zevklerin ön yargıları ile ölçülmemelidir, ancak Hz. Muhammed (sav)’in çağdaşları ve hemşehrilerinde oluşturduğu etki göz önünde bulundurulmalıdır. Şimdiye kadar düşman olan elementleri tek bir vücutta birleştirmenin yanı sıra, eğer dinleyenlerin kalbine bu kadar güçlü ve ikna edici sesleniyorsa, şimdiye kadar Arapların zihniyetinin ötesinde olan fikirleri canlandırıyorsa belagatı mükemmeldir, çünkü kabilelerden medeni bir ulus kurmuştur...261 (Dr. Steingass’ın, T. P. Hughes’un Dictionary of Islam (İslam Sözlüğü) adlı kitabında yer alan bir sözü)
… Arapça Kuran’ın yüce belagatını zayıf da olsa yansıtacak bir şeyler üretme girişimim, mesajın kendisinin yanı sıra, kompleks ve zengin kafiyeleriyle çeşitlenmiş insanlığın en büyük edebi başyapıtı olan Kuran’ın karşısında sönük kaldı… Müslüman Pickthall’ın Kutsal Kitabı tarif ederken kullandığı tabirle bu “taklit edilemez ahenk” daha önceki tercümanlar tarafından neredeyse tümüyle göz ardı edilmiştir; bu yüzden muhteşem şekilde süslenmiş orijinaliyle kıyaslandığında (meallerin) donuk ve düz seslere sahip olması şaşırtıcı değildir.262 (Arthur J. Arberry’nin The Koran Interpreted (Açıklamalı Kuran) adlı kitabından)
Modern bilginin ışığında Kuran tamamen objektif olarak incelendiğinde, pek çok kereler belirtildiği gibi ikisi arasındaki uzlaşma fark edilir. Hz. Muhammed (sav)’in zamanındaki bir kişinin o günün bilgisiyle böyle ifadelerin sahibi bir yazar olması düşünülemez. Bu tür düşünceler Kuran’ın eşsizliğini gösteriyor ve tarafsız bilim adamını, materyalist sebeplere dayanan bir açıklama getirmedeki yetersizliğini kabul etmeye zorluyor. (Dr. Maurice Bucaille, Paris Üniversitesi, Cerrahi Klinik Başkanı)263
… Kuran, başlangıç noktası olarak değişmeyen yerini muhafaza etmiştir… Herkesin anlayabileceği özlü bir anlatıma sahip olan bu din, insanların vicdanını harekete geçirmeye yönelik üstün bir güce de sahiptir.264 (Ünlü Fransız aydınlardan Edward Montet)
… Hem korunmuş olması hem de özü itibariyle tamamiyle eşsiz bir kitap var… hiç kimsenin ciddi bir şüphe ortaya atmayı başaramadığı gerçek bir otorite.265(Aziz Bosworth Smith’in Mohammed and Mohammadanism (Hz. Muhammed ve Muhammedçilik) adlı kitabından)
… Kuran, vicdan özgürlüğünü açık bir şekilde destekler.266(James Michener’ınn “Islam: The Misunderstood Religion” (İslamiyet: Yanlış Anlaşılan Din) adlı makalesinden)
Adalet anlayışı, İslam’ın harikulade ülkülerinden biridir, çünkü Kuran’ı okuduğumda hayatın bu dinamik prensiplerini görüyorum; bunlar mistik değiller, aksine tüm dünyaya uyan, hayatın günlük seyrine uygun pratik ahlak sistemini görüyorum.267(Speeches and Writings of Sarojini Naidu (Sarojini Naidu’nun Konuşma ve Yazıları) adlı kitapta yer alan “The Ideals of Islam” (İslamiyetin İdealleri) konulu bir konferanstan)
Kuran’ı bir kaynak, bilimlerin başı olarak bulmak bizi şaşırtmamalı. Kuran’da gökler ve yerle, insan hayatıyla, ticaret ve çeşitli işlerle ilgili her konudan söz edilmektedir ve bu da kutsal kitabın bölümlerindeki tefsirleri oluşturan tek bir konuyla ya da bir konunun tek bir yönüyle ilgili metinleri meydana getirmektedir. Kuran bu şekilde Müslüman dünyasındaki tüm bilim dallarındaki muhteşem gelişmelerin temel sebebidir… Bu sadece Arapları etkilemekle kalmamış aynı zamanda Yahudi felsefecilerin metafizik ve dini konulara Arap metotlarıyla yaklaşmalarına neden olmuştur. Son olarak, Hıristiyan skolastisizminin Arap din felsefesi ile ne şekilde harmanlandığı hakkında daha fazla tartışmaya gerek yoktur.
İslami sınırlar içinde uyanan manevi hareket, sadece dini tahminlerle sınırlı değildir. Yunanlıların felsefi, matematiksel, astronomik ve tıbbi yazılı eserleriyle olan tanışıklık bu çalışmaların devamlılığına yol açmıştır. Hz. Muhammed (sav) açıklayıcı vahiylerle Allah’ın mucizelerinin bir parçası olarak insanın hizmetine verdiği, dolayısıyla tapınılmaması gereken gök cisimlerinin hareketlerine defalarca dikkat çekmiştir. Tüm ırklardan Müslümanların astronomi ilmi üzerinde nasıl başarıyla çalıştıkları onların yüzyıllarca bu ilmin başlıca destekçisi olmalarından anlaşılmaktadır. Şimdi bile pek çok Arapça yıldız ismi ve teknik terim kullanımdadır. Avrupa’da Ortaçağ astronomları Arapların öğrencileri olmuştur.
Aynı şekilde Kuran tıbbi çalışmalara da güç vermiş, genel olarak doğa üzerinde düşünmeyi ve çalışmayı tavsiye etmiştir.268 (Prof. Hartwig Hirschfeld’ın New Researches into the Composition and Exegesis of the Qur’an (Kuran’ın Yapısı ve Tefsiri Üzerine Yapılan Yeni Araştırmalar) adlı kitabından)
Kuran genel kabulle dünyanın büyük İlahi kitapları arasında önemli bir yer tutar. Çağ açan çalışmaların en yenileri edebiyat sınıfına ait olsa da, bunların hemen hiçbiri büyük insan kitleleri üzerinde böyle muhteşem bir etki bırakmamıştır. Kuran insan düşüncesinde yeni bir evre ve taze bir özyapı meydana getirmiştir. Önce Arap Yarımadası’nın birbirinden farklı çok sayıdaki çöl kabilesini kahramanlar milletine dönüştürmüş, daha sonra da bugün Avrupa ve Doğu’nun en büyük güçlerden biri olarak dikkate alınması gereken Hz. Muhammed (sav) döneminin çok geniş politik-dini organizasyonlarını oluşturmaya devam etmiştir.269 (Aziz J. M. Rodwell’in Arapça’dan tercüme İngilizce Kuran mealine, G. Margoliouth tarafından yazılan giriş bölümünden)
… elimize her aldığımızda… kısa bir süre içinde bizi cezbeden, hayretler içinde bırakan ve en sonunda önünde eğilecek kadar hayran bırakan bir eserdir… Kuran’ın üslubu, içeriği ve amacına uygun olarak çok kuvvetli, yüce ve muhteşemdir… bu kitap tüm çağlar boyunca en etkili kitap olarak kalacaktır.270(Goethe’nin T. P. Hughes’un Dictionary of Islam (İslam Sözlüğü) adlı kitabında yer alan bir sözü)


Bilim Adamlarının Kuran Hakkındaki Yorumlarından Bazıları


… (Kuran’da) çok fazla doğru var ve tıpkı Dr. Moore gibi ben de bu açıklamaları yaptıranın İlahi bir ilham olduğu konusuna inanmakta kesinlikle zorlanmıyorum. (Prof. T. V. N Persaud, Manitoba Üniversitesi’nde anatomi, pediatri ve çocuk sağlığı, obstetrik, jinekoloji alanlarında profesör)271
… Bence genetik ve din arasında hiçbir çatışma yok, bilakis din, bazı geleneksel bilimsel yaklaşımlara vahiy ekleyerek bilimi yönlendirebilir ki bunlar da Kuran’da var olan sözlerdir, asırlar sonra geçerli olduğu gösterilmiştir ve Kuran’daki bu bilgi desteği Allah’tandır. (Prof. Joe Leigh Simpson, obstetrik, jinekoloji, moleküler ve insan genetiği alanlarında profesör)272
Bir bilim adamı olarak, sadece kesin olarak gördüğüm şeylerle ilgilenebilirim. Embriyoloji ve gelişimsel biyolojiyi anlayabiliyorum. Kuran’dan bana tercüme edilen kelimeleri de anlayabiliyorum. Daha önce vermiş olduğum örnekte olduğu gibi eğer kendimi o çağa götürebilseydim, bugün bildiklerimle ve tanımlayabildiklerimle, o zaman tarif edilmiş olan şeyleri tanımlayamazdım… Öyleyse (Kuran’da) yazılan herşeyde İlahi müdahalenin olduğu düşüncesi ile hiçbir çelişki göremiyorum. (Prof. E. Marshall Johnson, Thomas Jefferson Üniversitesi’nde anatomi ve gelişimsel biyoloji profesörü)273
Bazı ayetler (Kuran ayeti), hücre karışımından organların yaratılışına kadar insan gelişiminin son derece kapsamlı tanımını yapar. Aşamaları, terminolojisi ve açıklaması ile insan gelişiminin böylesine açık ve eksiksiz kaydı daha önce var olmamıştı. Hepsinde olmasa bile çoğu durumda bu açıklama, geleneksel bilim literatüründe kayıtlı olan insan embriyosu ve insan cenini gelişiminin pek çok aşamasını yüzyıllar öncesinden bildirmektedir. (Gerald C. Goeringer, Georgetown Üniversitesi’nde tıbbi embriyoloji dalında doçent)274
İnsanın gelişimi hakkında Kuran’daki ifadelerin açıklanmasında yardımcı olmak benim için çok büyük bir zevk. Ben kesin olarak söylüyorum ki bu ifadeleri Hz. Muhammed (sav)’e Allah vermiştir, çünkü bu bilginin çoğu pek çok yüzyıl sonrasına kadar keşfedilmedi. Bu bana şunu kanıtlıyor ki, Hz. Muhammed (sav) Allah’ın elçisidir. (Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü, seçkin bir embriyolog ve pek çok tıp ders kitabının yazarı)275
… İnsan embriyosunun geçirdiği evreler kompleks olduğundan -ki bunu gelişim sırasındaki sürekli değişim sürecine borçludur- Kuran ve sünnetteki deyimler kullanılarak yeni bir sınıflama sistemi önerilmiştir. Önerilen sistem basittir, çok kapsamlıdır ve günümüzdeki embriyolojik bilgiyle tam uyum halindedir. (Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü)276
Son dört yıldır Kuran ve hadislerle ilgili yapılan yoğun çalışmalar sonucunda, insan embriyosunu bölümlere ayıran yeni bir sistem ortaya çıkmıştır ki, bu MS 7. yüzyılda kaydedildiği için çok şaşırtıcıdır… Kuran’daki açıklamalar MS 7. yüzyıldaki bilimsel bilgiye dayalı olamazlar… (Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü)277
(Hz. Muhammed’in) evrenin ortak kökeni gibi konuları bilmesinin imkansız olduğunu düşünüyorum, çünkü bilim adamları bunu son derece komplike ve gelişmiş teknolojik metotlar kullanarak son birkaç yıl içinde bulabilmişlerdir… 1400 yıl önce nükleer fizik hakkında hiçbirşey bilmeyen bir kişi, örneğin; yeryüzünün ve gökyüzünün aynı kaynaktan geldiğini veya burada tartıştığımız diğer soruların cevaplarını kendi bulamaz. (Prof. Alfred Kroner, Almanya, Mainz Üniversitesi jeobilim profesörü, dünyanın en ünlü jeologlarından)278
Tüm bunları birleştirirseniz ve Kuran’da dünya hakkındaki konular ile dünyanın oluşumu ve genel olarak bilim ile ilgili tüm bu ifadeleri birleştirirseniz, pek çok şekilde burada açıklanmış ifadelerin kesinlikle doğru olduğunu ve şimdi bunların bilimsel metotlar ile teyit edildiğini… söyleyebilirsiniz. Kuran’da geçen ifadelerin pek çoğu o zaman için henüz kanıtlanmamıştı, fakat modern bilimsel metotlar şimdi Hz. Muhammed (sav)’in 1400 sene önce söylemiş olduklarını kanıtlayan bir pozisyonda. (Prof. Alfred Kroner, Almanya, Mainz Üniversitesi jeobilim profesörü)279
Kuran’da doğru astronomik gerçekleri bulduğum için çok fazla etkilendiğimi söyleyebilirim ve bizim gibi evrenin en ufak parçasını dahi inceleyen modern astronomlar için özellikle. En küçük parçayı dahi anlamak için çabalarımızı yoğunlaştırıyoruz. Çünkü teleskoplar kullanarak tüm evreni düşünmeden sadece gökyüzünün en küçük kısımlarını görebiliyoruz. Öyleyse Kuran okuyarak ve soruları Kuran’dan cevaplayarak evren araştırmalarım için gelecekteki yolumu bulabileceğimi düşünüyorum. (Prof. Yushidi Kusan, Japonya, Tokyo Rasathanesi Direktörü)280
Kesinlikle gördüğümüz şeyin harikulade olduğunu (belirtmek) isterim. İster bilimsel açıklamayı kabul etsin ister etmesin, gördüğümüz bu yazıları değerlendirmek için bizim sıradan bir insan tecrübesiyle anlayacağımızın çok daha ötesinde bir şey olmalı. (Prof. Armstrong, NASA’da görevli astronomi profesörü)281
Böyle bir bilginin o zaman yani 1400 sene önce var olduğunu hayal etmek son derece güç. Belki bazı şeyler basit birer fikir olabilirdi, ama bunları çok detaylı bir şekilde anlatabilmek son derece zor. Öylese bu kesinlikle insan bilgisi değil. Normal bir insan bu olguyu bu kadar detay ile açıklayamaz. Öyleyse bilgi doğaüstü bir kaynaktan gelmiş olmalı diye düşünüyorum. (Prof. Dorja Rao, Suudi Arabistan, Jeddah, Kral Abdulaziz Üniversitesi’nde deniz jeolojisi profesörü)282
… Ben inanıyorum ki Kuran’da 1400 sene önce ifade edilmiş olan herşey doğrudur ve bilimsel yollar ile kanıtlanabilir… Bu, tüm bilimleri bilen Allah’ın ilhamıdır. Böylece, şunu söylemenin vakti gelmiştir, “Allah’tan başka İlah yoktur ve Hz. Muhammed (sav) O’nun elçisidir”. (Prof. Tejatat Tejasen, Tayland, Chiang Mai Üniversitesi embriyoloji ve anatomi departmanının başkanı)283
Kuran birkaç yüzyıl evvel gelmiştir ve ne keşfettiysek teyit etmiştir. Bu demektir ki Kuran, Allah’ın sözüdür. (Prof. Joly Sumson, jinekoloji ve obstetrik profesörü)284
Bu kitap (Kuran)geçmişten, yakın zamandan ve gelecekten bahsediyor. Hz. Muhammed (sav)’in döneminde insanların kültürel seviyesini bilemiyorum ve bilimsel düzeylerini de bilemiyorum. Eğer bu geçmiş dönemde bildiğimiz düşük bilim düzeyi ise ve teknoloji yok ise, hiç şüphe yok ki, bugünlerde Kuran’da ne okuyorsak hepsi Allah’ın ışığıdır. Bunu Hz. Muhammed (sav)’e ilham etmiştir. Böylesine mükemmel bir bilgi olabilir mi diye Ortadoğu’daki medeniyetin başlangıç tarihi hakkında bir araştırma yaptım. Bu Allah’ın Hz. Muhammed (sav)’i gönderdiği inancını daha da güçlendirdi. Ona engin biliminden yakın zamanda keşfettiğimiz küçük bir parça gönderdi. Jeoloji alanında Kuran’la bilimin sürekli bir diyaloğu olmasını umuyoruz. (Prof. Palmar, Amerika’da jeoloji alanındaki önemli bilim adamlarından biri)285





Kuran’da dağların yeryüzünü sabitleme fonksiyonu hakkında yapılan bir sohbette:
İnanıyorum ki bu (Kuran bilgisi) çok çok ilginç ve neredeyse imkansız. Kesinlikle inanıyorum ki ne söylüyorsanız haklısınız, bundan dolayı bu kitabın (Kuran’ın) duyurusu çok değerli, size katılıyorum. (Prof. Syawda, Japonya’da ve dünyaca ünlü okyanus jeolojisi alanındaki Japon bilim adamı)286


Kuran Hakkında Söylenmiş Diğer Sözlerden Seçmeler


Her şey son derece mantıklı geldi. İşte bu Kuran’ın güzelliği, sizden tepki vermenizi ve akletmenizi bekler… Kuran’ı daha fazla okuduğumda, duadan, iyilikten ve yardımdan bahsediyordu. O zamanlar daha Müslüman olmamıştım, ama benim için tek cevabın Kuran olduğunu ve Kuran’ı Allah’ın göndermiş olduğunu anladım.(Yusuf İslam [Cat Stevens], eski İngiliz pop starı)287
“Allah’a teslim olmuş kişi” anlamında bir “Müslüman” olduğumu umuyor olmama rağmen, alışıldık anlamıyla bir Müslüman değilim. İnanıyorum ki benim ve diğer Batılıların Kuran ve diğer İslami düşünceyi yansıtan kaynaklarda iyice işlenmiş ve daha öğrenmemiz gereken çok büyük İlahi gerçekler vardır. Ayrıca, İslam kesinlikle geleceğin tek dininin temel çatısını oluşturacak en kuvvetli adaydır. (Islam and Christianity Today (Günümüzde İslam ve Hıristiyanlık) adlı kitaptan)288
Benim, dinimi değiştirerek İslamiyet’i seçmemin en önemli etkenlerinden biri Kuran’dı.Ben, İslam dinini seçmeden önce Batılı bir entelektüelin eleştirel ruhuyla Kuran üzerinde çalışmaya başladım…. Bu kitapta, Kuran’da, onüç asırdan daha evvel vahyedilmiş, modern bilim araştırmalarının çoğunun içerdiği fikirleri tam anlamıyla taşıyan ayetler var. İşte bu kesinlikle benim dinimi değiştirmeme sebep oldu. (Ali Selman Beroist, Fransız Tıp doktoru)289
Ben bütün dinlerin kutsal kitaplarını okudum, İslam’da karşılaştığım şeyi hiçbirinde bulamadım; mükemmelliği. Kuran diğer okuduğum metinlerle karşılaştırıldığında, bir kibritin ışığıyla karşılaştırılan bir güneş gibidir. Kesinlikle inanıyorum ki, gerçeğe tamamen kapalı olmayan bir akılla Allah’ın sözlerini okuyan herkes Müslüman olacaktır. (Saifuddin Dirk Walter Mosig) 290
Kuran’ı güçlü kılan hususlardan birisi şudur; bir Müslüman veya herhangi bir insan Kuran’ı eline alıp herhangi bir sayfasını açıp okuduğunda, hayatın özüne dair alması gereken mesajı alır. (Ünlü teolog John Esposito) 291
Dünyadaki bütün alim ve bilgin kişileri biraraya getirerek, yegane doğru ve insanları mutluluğa ulaştıracak tek vesile olan Kuran’ın prensiplerine dayalı ortak bir rejim kuracağım dönemin pek yakın olduğunu umuyorum. (Fransız imparator Napoleon Bonaparte) 292


Tony Blair: “Kuran Bana İlham Verdi”
Bugüne kadar üç defa Kuran’ı okuduğunu söyleyen İngiltere Başbakanı Tony Blair, pek çok açıklamasında Kuran ahlakına duyduğu hayranlığı dile getirmektedir. 29 Mart 2000 tarihinde ünlü televizyon kanalı BBC, Blair’in Kuran’a olan hayranlığını “Blair: Koran Inspired Me” (Blair: Kuran Bana İlham Verdi) başlıklı haberi ile bildirmekteydi. İslam’ın çok barışcıl ve güzel bir din olduğunu, kendisine ait iki Kuran’ı olduğunu ve Kuran’ı okudukça ondan ilham aldığını söyleyen Blair sözlerine şöyle devam etmekteydi:


Eğer Kuran’ı okursanız çok açık bir kitap olduğunu göreceksiniz… insanlığa rehberlik eden sevgi ve beraberlik kavramlarını çok iyi açıklıyor.293
11 Eylül saldırıları gerçekleşmeden bir iki gün önce İngiliz The Mail on Sundaygazetesinde yer alan bir haberde ise eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın kızının kendisine Kuran hediye etmesi ile Kuran okumaya başladığını söyleyen Blair, Kuran’ın kendisine cesaret verdiğini aktarmaktaydı.294 Saldırılardan sonra el-Cezire televizyonunda yayınlanan bir röportajında Blair bir kez daha Kuran okuduğunu açıklıyor ve şunları söylüyordu:
Kuran’ı dilimize tercüme edilmiş hali ile okudum. İslam hakkında eserler de okuyorum ve bundan çok zevk alıyorum. Kuran hakkında daha önce bilmediğim ve Hıristiyanları da çok ilgilendirdiğini düşündüğüm pek çok şeyi öğrendim.295
Time dergisi ise Tony Blair ile ilgili bir makalede Blair’i, “uzun zamandır Kuran öğrencisi olan Tony Blair” olarak tanımlıyordu.296


Bill Clinton’ın Kuran’dan ne kadar etkilendiğini anlatan konuşması
Amerika Eski Başkanı Bill Clinton, Beyaz Saray’daki son yılında Ramazan Bayramı’nda Müslümanları kabul etmişti. Kuran ayetleri okunarak başlanan toplantıda, Bill Clinton da konuşmasında Kuran’dan ayetler kullanmış ve sık sık İslam’a duyduğu ilgiyi dile getirmişti:

İmam’ın Kuran’dan okuduğu bölümde, Allah’ın insanları birbirleri ile çatışmaları için değil, tanışmaları için farklı ırklarda yarattığı bildiriliyordu. Bence bu çok etkileyici. Tevrat’ta insanların yabancılara yüz çevirmemelerini, bunun Yüce Tanrı’ya yüz çevirmek gibi olacağı anlatılır. İncil’de ise insanlara komşularına iyi davranmaları söylenir. Ancak Kuran’da Allah’ın milletleri ve ırkları birbirlerini tanısınlar, düşüncelerini paylaşsınlar diye yaratmış olduğunun belirtilmesi bence muhteşem bir şey… Şunu söylememe izin verin, bence dünyanın İslam’dan öğreneceği çok fazla şey var. Dünyada her dört insandan biri Müslüman. Amerikalılar üniversitelerde ve liselerde İslam’ı öğreniyorlar. Benim de kızım lise öğrencisi iken İslam tarihi dersi almış ve Kuran’ın büyük bölümünü okumuştu. Hatta okuldan geldikten sonra bizleri de bu konuda eğitiyor ve bize sorular soruyordu. Sizlerden bir kez daha bu ülke insanlarının sizin dininizi, ibadetlerinizi, geleneklerinizi daha iyi anlamaları için kendinizi, dininizin değerlerini ve insanlığa sağladığı katkıları onlara anlatmanızı rica ediyorum. Kuran’da insanlara, kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa başkalarına da öyle davranmaları gerektiği bildirilmiştir. Ve kendimiz için istemediğimiz bir şeyi başkaları için de istemememiz ve barış için çaba göstermemiz…297
George W. Bush: “Kuran Aldığım En Güzel Hediye”
26 Eylül 2001 günü Başkan Bush, Amerikan Müslüman organizasyonların liderlerini Beyaz Saray’da kabul etti. İslam’ın insanlara yalnızca barışı ve iyiliği telkin ettiğini söyleyen Bush’u bu görüşme sırasında etkileyen olaylardan birisi de Müslüman liderlerin kendisine hediye ettiği Kuran-ı Kerim’di. Kuzey Amerika İslam Topluluğu (ISNA) başkanı Dr. Muzammil Sıddıqi’den aldığı bu hediyenin ne kadar hoşuna gittiğini, toplantı sonrası yapılan basın toplantısında Bush şöyle dile getiriyordu:
İmam Sıddıqi’ye, ‘Bana verdiğiniz hediye için, Kuran için size çok teşekkür ederim. Çok titizlikle seçilmiş bir hediye’ dediğimde, ‘Bu benim size verebileceğim en değerli hediye sayın Başkan’ diye cevap verdi.298
17 Eylül 2001 günü Başkan Bush, Amerika’nın en eski camilerinden biri olan Washington İslam Merkezi’nin camisini ziyaret etti. İslam’ın barış dini olduğunu, terörist saldırıların İslam’la ve samimi Müslümanlarla hiçbir ilişkisinin olmadığını vurguladığı bu konuşmasında Bush, masum ve sivil Müslümanlara zarar veren insanların da en az terörist saldırıları yapanlar kadar haksız olduğunu dile getirdi. Kalabalık bir topluluğun bulunduğu, pek çok ulusal ve uluslararası televizyon kanalı tarafından da naklen yayınlanan konuşmada Bush Kuran’dan şu ayeti okudu:299
“Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah’ın ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu.” (Rum Suresi, 10)


Dipnot : 


248. [H. A. R. Gibb, Islam-A Historical Survey, 1980, Oxford University Press, s. 28.]; http://www.islamic-awareness.org/Quran/Miracle/ijaz.html
249. [H. A. R. Gibb, Arabic Literature-An Introduction, 1963, Oxford at Clarendon Press, s. 36.]; http://www.islamic-awareness.org/Quran/Miracle/ijaz.html
250. [H. A. R. Gibb, Arabic Literature-An Introduction, 1963, Oxford at Clarendon Press, s. 36.]; http://www.islamic-awareness.org/Quran/Miracle/ijaz.html
251. [Paul Casanova, "L'Enseignement de I'Arabe au College de France", Lecon d'overture, 26th April 1909]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous1.htm
252. [Harry Gaylord Dorman, Towards Understanding Islam, New York, 1948, s. 3.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous1.htm
253. [Edward Montet, Traduction Francaise du Coran, Introduction, Paris, 1929, s. 53.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous1.htm
254. [John Naish, M. A. (Oxon), D. D., The Wisdom of the Qur'an, Oxford, 1937, önsöz s. 8.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous1.htm
255. [George Sale, The Koran: The Preliminary Discourse, London & New York, 1891, ss. 47-48.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous1.htm
256. Aziz R. Bosworth Smith, Mohammed and Mohammadanism adlı kitabından; http://www.ndirect.co.uk/~n.today/disc160.htm
257. [Alfred Guillaume, Islam, 1990 (Reprinted), Penguin Books, ss. 73-74.]; http://www.islamic-awareness.org/Quran/Miracle/ijaz.html
258. [Laura Veccia Vaglieri, Apologie de I'Islamisme, ss. 57-59]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/ARCHIVE.htm
259. [John William Draper, A History of the Intellectual Development of Europe, c. I, London, 1875, ss. 343-344.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/ARCHIVE.htm
260. [Rev. J. M. Rodwell, M. A., The Koran, London, 1918, s. 15.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous2.htm
261. [Dr. Steingass, quoted in T. P. Hughes' Dictionary of Islam, s. 528.]; http://www.quran.org.uk/ieb_quran-feedback.htm
262. [Arthur J. Arberry, The Koran Interpreted, Oxford University Press, London, 1964, s. x.]; http://www.quran.org.uk/ieb_quran-feedback.htm
263. [Maurice Bucaille, The Qur'an and Modern Science, 1981, s. 18.]; http://www.quran.org.uk/ieb_quran-feedback.htm
264. Edward Montet; http://users.erols.com/zenithco/quote1.html
265. [Reverend Bosworth Smith in Muhammad and Muhammadanism, London, 1874.]; http://users.erols.com/zenithco/quote1.html
266. [James Michener in Islam: The Misunderstood Religion, Reader's Digest, May 1955, ss. 68-70.]; http://users.erols.com/zenithco/quote1.html
267. [Lectures on "The Ideals of Islam", Speeches and Writings of Sarojini Naidu, Madras, 1918, s. 167.]; http://www.mostmerciful.com/published-quotes.htm
268. [Hartwig Hirschfeld, Ph. D., M. R. AS., New Researches into the Composition and Exegesis of the Qur'an, London 1902, s. 9.]; http://www.islamweb.net/english/quran/miracalous/miracalous2.htm
269. [G. Margoliouth, Introduction to J. M. Rodwell's, The Koran, Everyman's Library, New York, 1977, s. vii.]; http://www.quran.org.uk/ieb_quran-feedback.htm
270. [Goethe, quoted in T. P. Hughes' Dictionary of Islam, s. 526]; http://www.quran.org.uk/ieb_quran-feedback.htm
271. http://www.islam-guide.com/ch1-1-h.htm
272. http://www.islam-guide.com/ch1-1-h.htm
273. http://www.islam-guide.com/ch1-1-h.htm
274. http://www.islam-guide.com/ch1-1-h.htm
275. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
276. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
277. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
278. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
279. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
280. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
281. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
282. http://www.islamic-awareness.org/Quran/Science/scientists.html
283.http://islamweb.net/english/new/week15/(10)%20%20%20%20%20%20%20%20%
20%20%20%20THE %20LEADERS%20OF%20MODERN%20.htm
284.http://islamweb.net/english/new/week15/(10)%20%20%20%20%20%20%20%20%20%
20%20%20THE %20LEADERS%20OF%20MODERN%20.htm
285.http://islamweb.net/english/new/week15/(10)%20%20%20%20%20%20%20%20%20%
20%20%20THE %20LEADERS%20OF%20MODERN%20.htm
286.http://islamweb.net/english/new/week15/(10)%20%20%20%20%20%20%20%20%20%20
%20%20THE %20LEADERS%20OF%20MODERN%20.htm
287. http://www.al-sunnah.com/call_to_islam/articles/what_they_say_about_islaam.html
288. http://www.al-sunnah.com/call_to_islam/articles/what_they_say_about_islaam.html
289. http://www.al-sunnah.com/call_to_islam/articles/what_they_say_about_islaam.html
290. http://www.al-sunnah.com/call_to_islam/articles/what_they_say_about_islaam.html
291. John Esposito; ABD Today, 27 Kasım 2001
292. www.wponline.org/vil/Articles/politics/quotations_on_islamic_civilizati.htm; [Christian Cherfils, Bonaparte et Islam, Pedone Ed., Paris, France, 1914, ss. 105, 125.]169)
293. BBC News, 29 Mart 2000.
294. “Blair Kuran’a Merak Salmış”, Milliyet, 11 Eylül 2001.
295. Prime Minister Tony Blair’s Interview with Al-Jazeera, 9 Ekim 2001.
296. “Travels With Tony”, Time, 12 Kasım 2001, c. 158, no. 20.
297. http://www.amaana.org/ISWEB/ramadan.htm
298. http://www.ama-nj.org/bush_meeting.html
299. http://usinfo.state.gov/usa/islam/s091701b.htm