15 Ağustos 2013 Perşembe

Kuran'a göre Dünya düz mü?

        Ateist sayfalarda dolaşırken yığınla iddia görüyorum. Kuran'ın çelişkilerle dolu bir kitap olduğu dillendiriliyor sürekli. Bugün o iddialara açıklık getirmeye çalışacağım.

         Allah Kuran'da sık sık vurgulayarak düşünmemizi istiyor. Üstün körü okuyup, anlayamayıp işin içinden çıkamayınca 'çelişki' diye tek kalemde silmemizi değil. İnsanda diğer varlıklardan farklı olarak fikir vardır. İnsan fikir üretebilen tek canlıdır. Ayetleri okuyup farklı fikirler atabilen canlı da insandır.

        Şimdi asıl konumuza dönelim. Dinsiz kesim Kuran'dan bir çelişki diyerek, Kuran Dünya' yı düz olarak tasvir ediyor diyorlar.

Bazı ayetleri dayanak olarak gösteriyorlar. 


Ve yeryüzüne, nasıl düzleştirilmiş (bakmıyorlar mı)? -Gaşiye - 20

Bu ayette görüldüğü gibi ''YER YÜZÜ'' diyor. Yuvarlak cisim olduğu söylenmiyor bu ayette ve düz bir cisim olduğu da söylenmiyor. Sadece 'yeryüzünden' bahsediyor. Yeryüzü, yuvarlak bir cisim olsa dahi düzleştirilebilir. Buradaki ince fark yufka gibi açmak manasında kullanılmamasıdır.



Bundan sonra Kuran'dan Dünya'nın yuvarlak olduğunu gösteren ayetlere bakalım.


Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin kuturlarından geçmeye gücünüz yetiyorsa haydi çıkın. Çıkamazsınız, ancak bir imkan ile çıkabilirsiniz.? (Rahman: 33)


Ayetteki ‘kuturlar’ tabiri bilindiği gibi çaplar demektir. Çap, yuvarlak bir şekil olduğuna göre, hem göklerin, hem dünyanın yuvarlak olduğu anlaşılır.


Einstein’e göre, kainatta her şey, kainata tabi olarak küreseldir. Ondan yediyüz sene önce yaşamış olan Muhyiddin ibn Arabî ise, Fütuhatın birinci cildinde aynen şöyle der: “Allah, kemal sahibidir. Kainatta kendi kemal sıfatını göstermiş, gökleri mükemmel yaratmıştır.” Mükemmel şekil küredir. Onun için Allah kainatı küreler şeklinde yaratmıştır.

“Bundan sonra arzı yapıp düzenledi, ondan suyunu ve otlağını çıkardı.” (Nâziât: 31-31) “Allah geceyi gündüze dolar, gündüzü de geceye dolar” (Zümer: 5).
Ayetlerindeki ‘daha’ fiili yapıp düzenlemek’ anlamına geldiği gibi ‘deve kuşunun yumurtlama yeri, udhiyye, uhuvve, yuvarlak taş ve ceviz atmak’ anlamına gelen dahu’ mastarıyla da alakalıdır. Arapça’da bir fiilin iki değişik anlama gelebilmesi özelliğinden faydalanılarak, Dünya’nın yuvarlak olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca ikinci ayette “dolamak” diye tercüme edilen Arapça ‘tekvir’ kelimesi, yuvarlak şekilde sarmak manasına gelir. Bu ayette de, gece ve gündüzün oluşmasına, Dünya’nın yuvarlak olması ve dönmesinin sebep olduğu kastedilmektedir.


“Gece de bir alamettir onlara. Ondan gündüzü soyar çıkarırız”(Yâsîn: 37.) 
“Soyup çıkarmak” fiilinin Arapça’sı olan ’sehl’ kelimesinin “yuvarlak bir şeyi soymak”tır. Türkçe’de de hayvanların derilerinin soyulduğu yere ’salhane’ (selhhane) denir.


''Onlar Kur'an'ı gereği gibi düşünmüyorlar mı?'' (Muhammed suresi 24) 

 ''Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.'' (Nisa suresi 82.) 

''Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıkta ısrar ederler.'' (İsra suresi 89)





İSLAM'DA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

İslam, okumayı, yazmayı vahyin başlangıcı kılan ve kutsal kitabinin ilk ayetini "oku" diye başlatan bir dindir. Okumayı, yazmayı, öğrenmeyi temel alan İslam cehalete karşı da amansız bir savaş açmıştır. Ayni zamanda Kur'an düşünmeye ve düşünceye de büyük önem verir. Kur'an'da doğrudan mü'minleri düşünmeye çağıran "200" civarında ayet vardır. Kur'an'da "72" yerde "Düşünme" kelimesiyle mü'minler düşünme egzersizine tabi kılınmaktadır. Kur'an'in "29" yerinde. "Tefekkür edesiniz, taakul edesiniz, tezekkür edesiniz" ifadeleri yer almaktadır. Yine "142 yerde. "Düşünmez misiniz?, düşünmüyorlar mi? düşünen bir kavim için" ifadeleri yer almaktadır. Bu ifadelerde dikkati çeken nokta soru biçiminde insanlara yaklaşılmış olmasıdır. Bu da düşünmeyi sağlamak içindir.

Düşünmek fazilettir. Düşünen kafalar cesaret sahibi olur. Düşünmeyen ve başkalarının kafasıyla düşünenler ürkek ve korkak olurlar. Eğer düşünmekten endişe edilecek olsaydı, Kur'an insanları sık sık düşünmeye çağırmaz, hatta Kur'an'in "Allah sözü" inanmayanlara meydan okumazdı: "Eğer kulumuza indirdiğimiz (kitaptan) şüphede iseniz Kur'an'in benzerinden bir sure getirin ve Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer iddianızda doğru iseniz. (Bakara. 23-24)


Kur'an, hiçbir emir ve talimatı, insanlara baskı ile pesin hükümle, düşünmeksizin, beyin yıkayarak kabul ettirmek istemez. Kur'an düşünceye bir sinir koymamıştır. Allah'a inanmayan ya da müşrik, insanlara yasak koyma ya da baskı kurma yerine, onları özgürce düşünmeye çağırmak, sorular sorarak şüpheye düşürmek suretiyle düşündürme metodunu seçmistir. (Bkz. Tarik, 5; Abese, 24; A'raf, 185; Rum, 9; Gasiye, 17; Al-i İmran, 137; Bakara, 259; Yusuf, 109)

İslam'da "düşünce suçu" diye bir mefhum yoktur. Böyle bir bahis de yoktur. Hz. Peygamber'in tertemiz esi Hz. Aişe validemiz hakkında münafıklarca atılan iftira Kur'an ayeti ile reddedilmiş, Hz. Aişe aklanmıştı. İslam tarihinde "İfk olayı" diye adlandırılan bu olayda Hz. Peygamber iftirayı atanlara herhangi bir ceza uygulamamıştır. Oysa ayet inmeden önce sahabenin ileri gelenleri olayla ilgili görüş belirtiyor, bazı düşüncelerini aktarıyorlardı. Hz Ali'nin Hz. Peygamber'e "Sana dünyada ondan başka kadın mi yok" mealindeki teskin etmeye yönelik sözleri mervidir. İslam'ın düşünce özgürlüğüne yaklaşımını su ayetler çerçevesinde açmaya çalışalım:

1- "Yoksa Kur'an' a uydurma mi diyorlar? De ki, uydurulmuş on sure getirin, eğer gücünüz yetiyorsa, davanızda doğru iseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın." (Hud, 13)

2- Bu Kur'an Allah katından olup ondan başkası tarafından uydurulmuş değildir. Fakat kendinden öncekini (İncil'i) doğrulayıcı ve kitabi (Tevrat'i) da açıklayıcı olarak gönderilmiştir. Kur'an'da hiçbir şüphe yoktur. O alemlerin Rabbi tarafından (gönderilme)dır. "


"Yoksa Muhammed onu uydurdu mu diyorlar? De ki, onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz. Allah'tan başka gücünüzün yettiği kadar kimseleri çağırın." (Yunus 37-38)



Bu ayetlerde muhaliflere tanınan düşünce özgürlüğünü, dünyada hiçbir düzen ya da siyasal rejim tanımamıştır. İslam bir inancın bir düşüncenin baskıyla değil, özgür bir ortamda akıl ile ve düşünülerek benimsenmesini istediği gibi, kendisi hakkında şüpheye düşenleri yok etme mahkum etme yerine, serbest düşünce yolunu ardına kadar açma üslubunu benimsemiştir. Bu durum İslam'da düşünce özgürlüğünün zirvede olduğunu gösterir. Kur'an bütün peygamberlerin ümmetlerine düşünce özgürlüğü tanıdıklarını, geçmiş büyük peygamberlerin mucizeler gösterdiğini, insanlara baskı ile değil, ikna ederek kendi akıllarıyla inandırma anlayışını hakim kıldıklarını göstermektedir.



"İşlerinde mü'minlere danış" (Al-i İmran, 159) ayeti dünya üzerinde en katı dikta rejimlerin hakim olduğu bir zamanda İslam'in düşünceye teşvikini, düşünmeye teşvik edecek mekanizmaları nasıl harekete geçirdiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Sura Meclisi başkanlarının görüşlerinin dikkate alındığı ve müzakere edildiği yer demektir. İslam devli anlamda ve uygulamalı olarak düşünce üretecek mekanizmaları kurma ve geliştirme noktasında da dünyaya ışık tutmuş ve bir devrim meydana getirmiştir.











14 Ağustos 2013 Çarşamba

''YANILMIŞIM TANRI VARMIŞ!''




Ünlü İngiliz felsefeci Antony Flew’un 2004 yılında Tanrı inancı konusundaki düşüncelerini değiştirdiğiyle ilgili haberler basında yer almıştı.
Antony Flew’u çağdaşı olan bir çok ateist düşünürden ayıran temel özelliği, yenilikçi ateist teoriler geliştirmesi ve bunları yazdığı makalelerle entelektüel dünya ile paylaşmasıydı. Örneği “ Teoloji ve Yanlışlama” başlıklı makalesi yıllarca tartışıldı. 1950 yılında Flew tarafında yayınlanan bu makale, son yüzyılın en çok basılan felsefi metni oldu.
Zaman içinde Flew, bilimsel gelişmelerin ışığı altında görüşlerini değiştirdi. Daha önceden teorisini geliştirdiği ateist düşünceyi terk etti ve bir yaratıcının varlığını kabul ettiğini açıkladı.
Bu açıklaması doğal olarak düşün dünyasında çok etkili oldu. Böyle bir kişinin nasıl olup da düşüncelerini, değiştirdiği merak edildi, bağnaz ateist çevrelerce hakarete varan ifadelerle itham edildi.
Flew inançsızlıktan inanca yaptığı bu yolcuğu anlatan bir kitap kaleme aldı. İşte “ Yanılmışım Tanrı Varmış” başlığı bu kitaba ait.




Antony Flew Düşüncelerini Nasıl Değiştirdi?

Nasıl olmuştu da Flew bu kadar düşüncesini değiştirmişti? Kitabında yazar bu konuya detaylı bir şekilde açıklıyor. Düşünce biçiminde bir değişikliğin olmadığını söyleyen Flew, bilimin ışığında düşüncelerinin vardığı noktanın değiştiğini şöyle ifade ediyor:

“Ateizmden vazgeçmem, yeni bir fenomen yada iddia nedeniyle olmadı. Son yirmi yıldır, bütün düşünce çevrem hareket halindeydi sürekli. Bu da doğa ile ilgili kanıtları sürekli olarak değerlendirmemin bir sonucuydu. Sonunda bir Tanrı’nın var olduğunu kabul ettiğimde, bu bir paradigma değişimi değildi, Çünkü Republic adlı eserinde Platon’un Socrates için yazdığı gibi benim paradigman hala aynı yerde: “ İddianın götürdüğü yere gitmeliyiz.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 90)

başka bir yerde ise Flew Tanrı düşüncesine ulaşmasındaki nedeni şöyle açıklıyor:
Tanrı’yı keşfimin, doğaüstü fenomenden hiç bahsetmeden tamamen doğal bir düzeyde geliştiğini altını çizmeliyim. Geleneksel olarak doğal teoloji denen bir uygulamaydı. Bilinen dinlerin hiçbirisiyle bir bağlantısı olmadı. Ayrıca Tanrı ile ilgili kişisel bir deneyimim yada doğaüstü veya mucizevi denecek türden bir deneyim yaşadığımı da iddia etmiyorum. Kısacası Tanrı’yı keşfedişim inancın değil, muhakemenin bir yolculuğudur.
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 93)





İnançsızlıktan İnanca


Flew yaşadığı bu serüveni kısaca kitabından şöyle özetliyor:
“ …..Şimdi kartlarımı, yani kendi görüşlerimi ve bunları destekleyecek nedenlerimi masaya dizme sıram geldi. Artık evrenin sonsuz bir zeka tarafından var edildiğine inanıyorum. Bu evrenin karmaşık kanunlarının bilim adamlarının Tanrı’nın zihni dedikleri şeyi ortaya koyduğuna inanıyorum. Hayatın ve çoğalmanın ilahi bir kaynaktan başladığına inanıyorum.
Yarım yüzyıldan fazla bir süre boyunca ateizmi açıklayıp savunduktan sonra neden buna inanıyorum? Bunu kısaca şöyle cevap verebilirim: modern bilimin ortaya çıkardığı dünya resmi, benim gördüğüm şekliyle böyle. Bilim doğanın Tanrı’ya işaret eden üç boyutuna ışık tutuyor. Bunlardan ilki doğanın kanunlara uyduğu gerçeği. İkincisi, hayat boyutu; maddeden kaynaklanan ve zekice organize edilip amaca yönelik hareket eden varlık boyutu. Üçüncüsü ise doğanın varlığı. Ancak bana rehberlik eden sadece bilim olmadı. Klasik felsefi iddiaların yeniden incelenmesi de bana yardımcı oldu. “
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 90)


“… Bir zamanlar bu tasarım argümanını sert bir şekilde eleştirmiş olsam da artık şunu anladım ki; bu argüman doğru bir şekilde formüle edildiğinde Tanrı’nın varlığına ilişkin inandırıcı bir ifade teşkil etmektedir. Bu görüşe varmamda özellikle iki alandaki gelişmeler yol açmıştır. Bunların ilki doğa kanunlarının kaynağı sorusu ve günümüzdeki saygın bilim adamlarının bu konu ile ilgili görüşleridir. İkincisi ise yaşamın kaynağı ve üreme sorunudur…”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 96)

Kanun Varsa Bir Kanun Koyucu vardır.
“ Doğa kanunlarının ilahi kaynağı hakkında yazılar yazan birkaç felsefeci olmuştur. Oxford Üniversitesi’nden felsefeci John Foster “The Divine Lawmaker” adlı kitabında, doğadaki düzenlerin nasıl tanımlarsanız tanımlayın, en iyi biçimde ilahi bir akılla açıklanabileceğini ileri sürüyor. Eğer kanunların olduğu gerçeğini kabul ediyorsanız, evrende bu düzeni sağlayan bir şey olmalıdır, bu düzeni hangi etken( veya etmen) sağlamaktadır? Barrow ( templeton ödülü alan bir felsefeci), tüm düzenin tek ciddi kaynağının teistik seçenek olduğunu, böylece” dünyadaki düzenleri sağlayarak kanunları yaratan Tanrı- teistlerin inandıkları Tanrı- olduğu sonucuna rahatlıkla varabileceğimizi” iddia ediyor ve kanunların varlığını inkar etseniz bile, “düzenleri Tanrı’nın aracılığına başvurarak açıklamak için güçlü gerekçeler vardır.” diyor
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 106-107)


Evrende ince bir ayar olduğun ifade eden Yazar bu konuda bir çok bilim adamının görüşlerine yer verdikten sonra kendi görüşlerini şöyle açıklıyor:
“İnce ayara ilişkin argümanlar hakkında üç şey söylenebilir. Öncelikle, belirli kanunları ve değişmezleri olduğu bir evrende yaşadığımız ve bunların barılarının farklı olması durumunda yaşamın mümkün olamayacağı inkar edilemez bir gerçekliktir. İkinci olarak, mevcut kanunlar ile değişmelerin yaşamın devam etmesini sağlıyor olması gerçeği yaşamın kaynağı sorunun cevabını vermemektedir. Göstermeye çalışacağım üzere bu oldukça farklı bir sorudur; bu koşullar yaşamın başlaması için gerekli ama yeterli değildir. Üçüncü olarak, kendilerine özgü doğa kanunları bulunan birden fazla evren olabilmesinin mantıken olası olduğu gerçeği, bu tür evrenlerin gerçekten var olduğunu göstermez. Şu an için birden fazla evren oluğu görüşünü destekleyecek herhangi bir kanıt yoktur. Bu hala spekülatif bir fikir olarak kalmaya devam edecektir.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 114)

Evrendeki var olan hassas dengeler için bir açıklama arayan ateist düşünürler çoklu evren modeli ortaya atmışlardı. Fakat bu açıklamanın konu çözmediğini düşünen Flew kitabında şöyle diyor:
“Daha önce de bahsettiğim gibi, birden fazla evren alternatifini pek faydalı bulmamıştım. Birden fazla evren olduğu yönüğndeki varsayımın tam anlamıyla işe yaramaz bir alternatif olduğu iddia ediyorum. Bir evrenin varlığı bir açıklama gerektiriyorsa birden fazla evrenin varlığı çok daha büyük bir açılama gerektiri; Bu evrenlerin toplam sayısı sorunu daha da büyütmektedir. Bu durum, öğretmenini ev ödevini köpeğinin yediğini inandıramadığı için hikayesini ev ödevini sayılmayacak kadar kalabalık bir köpek sürüsünün yediği şeklinde değiştiren öğrencinin durumuna benzemektedir.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 129)








Yaşam Nasıl Başladı?
Yaşamın başlangıcı hakkındaki ateist açıklamanın yetersizliğini fark eden Flew, DNA’nın incelenmesi, inanılmaz karmaşık yapısının ortaya çıkmasından sonra tümüyle değiştirdiğini kitabında ifade etmektedir.

Bir yaratıcının varlığını ortaya koyan en önemli kanıtlardan bir tanesidir DNA. Sahip olduğu kodlama sistemi ve onun kullanımı, araştırmacıları hayran bırakmaktadır.
Flew DNA’nın sahip olduğu bu kompleks yapıyı şöyle ifade etmektedir:

“…. Yaşamın kaynağının bir üçüncü felsefi boyut ise bütün yaşam biçimlerinin temel unsurlarından biri olan kodlama ve bilgi işlemenin kaynağı ile ilişkilidir. Hücre hakkında şu anda bildiklerimizi çevreleyen bol miktarda güzel anlatım olduğu belirten matematikçi David Berlinski bu boyutu gayet güzel tanımlamakatdır.
DNA’daki genetik mesaj kodlanarak çoğaltılır ve ardından RNA’daki mesajın amino asitlere aktardığı dönüştürme süreci gerçekleşir ve son olarak amino asitler bir araya gelerek proteinleri oluştururlar. Hücre aslında birbirinden farklı iki bilgi yöntemi ve kimyasal faaliyet yapısı, evrensel genetik kod tarafından koordine edilir. “
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 120)

Canlı Hücresindeki bu kodlama üzerinde detaylı bir şekilde durduktan sonra Ünlü bilim yazarı Paul Davies’e atıfta bulunarak, DNA’ya dikkat çekiyor:
Paul Davies de aynı sorunun altını çizmektedir. Davies, biyojenez kuramlarının çoğunun yaşamın kimyasına odaklandığını belirtmektedir. “Fakat yaşam, yalnızca karmaşık kimyasal tepkimelerden ibaret değildir. Hücre bile kendi başına bir bilgi depolama, işleme ve kopyalama sistemidir. Öncelikle bu bilginin kaynağını ve bilgi işleme mekanizmasının nasıl var olduğunu açıklamamız gerekmektedir. “
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 122)


Üremenin Kökeni
DNA’nın sahip olduğu tasarım bir tasarımcıyı ortaya koymaktadır. Bunun dışında Flew canlılardaki üremenin yapısı da düşüncesini değiştirmesinde etkili olduğu kitabında ayırdığı bir bölümde detaylandırarak anlatmaktadır.
“Üremenin kaynağına gelince, Nature dergisinin fahri editörü John Maddox şunları belirtiyor: “En önemli soru cinsel üremenin ne zaman ve nasıl geliştiğidir. On yıllardır yapılan bütün tahminlere rağmen bunu bilmiyoruz.” Son olarak bilim adamı Gerald Schroeder, yaşama elverişli koşulların varlığının yaşamın nasıl başladığını açıklamadığını belirtmektedir. Yaşam ancak gezegenimizdeki elverişli koşullar sayesinde devam edebilmiştir. Fakat maddenin güdümlü, kendisini çoğaltabilen varlıklar üretmesini emreden bir doğa kanunu yoktur.”
………Ben de aynı kanıdayım. Yeryüzünde gördüğümüz bu tür güdümlü kendisini çoğaltabilen yaşamın kaynağı için yapabilecek yegane tatmin edici açıklama sonsuz zekaya sahip bir aklın varlığıdır. “
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 123-124)


Tümvarımsal Argüman
Flew Richard Swinburne’nin kozmolojik argümanı hakkındaki görüşlerini özetleyerek şöyle ifade ediyor:
“Richard Swinburne kozmolojik argümana ilişkin açıklamasını şu şekilde özetliyor: “ Eğer Tanrı varsa, O’nun evrenin sınırlarına ve karmaşıklığına sahip bir şey yaratacağı olma olasılığı oldukça yüksektir. Evrenin nedensiz yere var olduğu oldukça yüksek olasılıktır. Fakat Tanrı’nın nedensiz var olduğu çok daha fazla olasıdır. Dolayısıyla evrenin varlığından Tanrı’nın varlığına uzanan argüman görüşünün temel açıdan doğru gördüğünün farkına vardım. Bu görüşün bazı özellikleri üzerinde düzeltmeler yapılması gerekiyor olabilir, fakat evren açıklama isteyen bir şeydir. Richard Swinburne’ün kozmolojik argümanı oldukça umut verici, muhtemelen de doğru bir açıklama sunmaktadır.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 135)

Bilim Adamları Bir Yaratıcıyı İşaret Ediyor
Flew kitabında ayırdığı bir bölümde ünlü bilim adamlarının da bir yaratcıyı kabul ettiklerini ifade etmektedir. Özellikle Einstein ve Hawking’in üzerinde duran Flew, bu kişilerin inançsız gibi gösterilmeye çalışılmasının bir çarpıtma olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını ifade etmektedir:
“Önemli nokta yanlıca doğada düzenlerin olması değil, bu düzenlerin matematiksel olarak kesin, evrensel ve “birbirine bağlı” olmasıdır. Einstein bunlara “somut mantık” diyordu. Bizim sormamız gereken soru, doğanın bu şekilde bir bütün halinde nasıl geldiğidir. Bu kesinlikle Newton, Einstein ve Heisenberg gibi bilim adamlarının sordukları ve cevapladıkları sorudur. Bu kişilerin buldukları cevap Tanrı’nın aklı olmuştur.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 96)

“Hawking kendisiyle daha sonra yapılan röportajlarda bu konu hakkında şunları söylemişti: “ En büyük kanıt evrendeki düzendir. Evren hakkında daha fazla şey keşfettikçe evrenin mantıklı kanunlarca yöneltilmekte olduğuna dair daha fazla şey keşfederiz. Ve aklımızda hala şu soru olur: Evren var olma nedeni nedir? İsterseniz Tanrı’yı bu denklemin cevabı olarak tanımlayabilirsiniz.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 97)


Flew bu ve benzeri alıntılarla yansıtılanın aksine bir çok bilim insanının bir Tanrı inancı olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle Einstein’ın bir çok alıntısına yer verirken, onun da bir yaratıcı inancı olduğunu anlatıyor.
Ateistler Soru
Flew Paul Davies’in modern bilim ve mantık hakkındaki görüşlerine yer verdikten sonra ateistlerin düşüncelerindeki mantık hatasını şöyle ortaya koyuyor.
Modern bilimin belki de en etkili çağdaş yorumcusu Paul Davies, “Bilim, evrenin her kademede tamamıyla mantığa ve akla uygun olduğu varsayımına dayanmaktadır.” diyor. “Ateistler doğanın kanunlarının herhangi bir gerekçesinin olmadığını ve evrenin tamamen anlamsız olduğunu iddia etmektedirler. Bir bilim adamı olarak bu düşünceyi kabul edemiyorum. Evrenin mantıklı düzenli yapısının köklerinin yattığı sağlam bir mantıklı temel olmalıdır.”
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 108)


Ateist düşüncenin bakış açısını ortaya koyan Flew, kitabında ateistlere bir soru sorarken aynı zamanda da bir tespitte bulunmuş oluyor:
Şimdi ateist olmayan insanlara genellikle, bilimsel zihniyete sahip dogmatik ateistlerin “Yine de bir Tanrı olabilir” ifadesini kabul etmeleri için yeterli olduğunu kabul edecekleri bir nedene dair akla gelecek bir kanıt yokmuş gibi geliyor. Bu nedenle eski ateist arkadaşlarıma şu temel soruyu soruyorum: “En azından üstün bir zihnin varlığını düşünmeniz için bir neden oluşturmak üzere ne olması yada ne olmuş olması gerekir? “
(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 135)





Bu soru ateistlerin kendileri sorması gereken önemli bir sorudur. Acaba bir yaratıcı düşüncesine tümüyle kapalılar mı? Eğer kapalı değillerse, evrende var olan ve ortaya konan bu delilere nasıl görmezlikten gelebiliyorlar. Bu düşünceye kapalı olanlara ise söylenebilecek çok fazla bir şey olmamaktadır. Bağnazca inandıkları ateist düşünce kör bir inanç şeklinde bağlanmaktadırlar.



Kitabında işlediği konuları kısaca özetlemeye çalıştığım Flew, inaçsızlıktan inanca giden yolculuğunu ve bunun nedenlerini tatmin edici delillerle okuyucuya aktarmış.
Neden bu dünyada varız? Nasıl var olduk? Evrenin sebebi nedir? gibi soruların cevabını araştıran herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap olduğunu da özellikle belirtmek istiyorum.
Bilim rağmen değil, bilimin gösterdiği yöne, bir Tanrı inancına yönelen 80’li yaşlarını yaşayan bu insanın macerasını okurken, hem inanan kişiler kendileri için bazı deliller bulacaklar, hem de bağnazca ateizme inanan insanlar belki de kendilerini sorgulama imkanı bulacaklar diye düşünüyorum.




Kitapla İlgilenenler için
“Yanılmışım Tanrı Varmış”
Antony Flew
Profil Yayıncılık
0212 514 45 11
Yazan: Bülent Tatlıcan






ŞU ÇILGIN ARILAR



Arılar bilim adamlarından daha net matematiksel hesap mı yapıyorlar?



Bal arılarını inceleyen bilim dünyasında böyle bir ilginç olay yaşanmıştır. Yapılan ölçümlerde arıların petek inşa ederken petek yuvalarının dibindeki açıların 109 derece 28 dakikalık ve 70 derece 32 dakikalık açı boyutundan kullandığı anlaşılmıştır.






Arıların peteklerini birleştirme açılarını hesaplayan Konig adlı matematikçi arıların kullandıkları iki açının en mükemmel uyğunluğundakı ölçülerden 0.02 derecelik bir hata gösterdiğini hesaplamıştır ve Konig bu amaca hizmet edecek en uygun açıların 109.26 ve 70.34 olmasının gereğini iddia etmiştir. Kısacası Konig arıları yanlış çıkarmaya çalışmıştır.




Bir başka Colin MacLaurin adlı İskoçyalı matematikçi ise Konigin bu izahlarınından tatmin olmamış yeniden hesaplamalar yapmıştır. Sonunda şu sonuca varmıştır: Konig ve ekibi logaritma tablosunda yapılan küçük bir hata nedeniyle 0.02 derecelik hata oluşturacak yanlış hesaplama yapılmış

Kısacası, anlaşıldı ki, arıların ördüğü peteklerde hiçbir yanlış yoktur. 0.02 derecelik hata arıların değil, bilim adamlarının hatasıdır.




Allah arıların diğer tüm canlılar gibi O'nun vahyi ile hareket ettiklerini ayetlerinde şöyle açıklıyor:

"Rabbin bal arısına vahyetti:" Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların) kurdukları çardaklarda kendine evler edin. "(Nahl Suresi, 68-69)

Yanlış Bilinen Bir Kuran Ayeti






Zariyat suresi 49. ayet şöyledir; 


“düşünesiniz diye her şeyden iki çift yarattık.” 




Ancak günümüzde bilinmektedir ki, iki cins olmayan, sadece bölünerek üreyen binlerce canlı türü vardır. 





Öyleyse bu bir çelişki midir?


Görüldüğü üzere ayette ''her canlıdan'' demiyor. Fakat nedense onu okuyanlar o şekilde anlamak istiyorlar. ''Her şey'' diyor yani adı üstünde her şeyi içine alıyor. Bütün evreni, görülen maddesel bütün ''her şeyi''. 

Bunun cevabı fiziğin temelinde yatıyor. O tek cinsli canlı neyden oluşuyor? Atomlardan. Atomlarda her şey zıt eşiyle beraberdir.

Maurice Dirac, elementer parçacık pozitronun keşfedilmesiyle çift yaratılma temel ilkesini kurmuştur. Elektron, atomu meydana getiren temel elemanlardan biridir. O, negatif olarak, en küçük elektrik yük birimine sahiptir. Pozitron da elektronun kütlesi kadar kütleye sahip olmakla birlikte onunkinin aksine pozitif elektrik yükü taşıyan elementer bir taneciktir.

Fiziğin temel yapılarından biri olan 'çift yaratılma' kuralına göre, kâinatın herhangi bir noktasında bir partikül yaratılınca, onunla birlikte otomatik olarak ikizi, yani zıt olanı da meydana gelmektedir. Bunların en meşhurlarını şöylece sıralayabiliriz:
1) Elektronun zıt ikizi pozitron.
2) Protonun zıt ikizi antiproton.
3) Nötronun zıt ikizi antinötron
4) Nötrinonun zıt ikizi antinötrino.

Maddenin daha da derinliklerine inildiğinde yine çiftlerle karşılaşılmaktadır. Bilindiği gibi hemen her madde atomlardan, atomlar da proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır. Protonlar ve nötronlar da 'kuark' denilen partiküllerden meydana gelmektedir. Bunlar da çiftler halindedirler. Şöyle ki:
Yukarı (up), aşağı (down);
Tuhaf (strange), tılsım (charm);
Üst (top), alt (bottom).

En son bulunan üst kuarkın varlığı sadece teorik olarak biliniyordu. Standart modele göre partiküller de çiftler halinde olmalıydı. Bulunan beş kuarkı altıya tamamlayacak bir kuarkın bulunması gerekiyordu. 440 ilim adamı bu gerçekten hareket ederek 17 yıl süren hummalı bir çalışmanın sonunda 1995'te üst kuarkı da bularak maddenin sırlarını keşfetme adına büyük ilerlemeler kaydettiler.

Atomun pozitif yükü çekirdeğinde, negatif yükü ise diğer kısımlarındadır. Öyle ise çekirdeği negatif, elektronları da pozitif olan atomlar niçin olmasın! Yani maddenin zıt eşi niçin olmasın! Bu sahanın mütehassısları, yıldızlar, güneş, gaz ve tozlardan meydana gelen galaksimizde anti maddenin varlığını kabul etmektedirler. Belki de astronomların teleskoplarla gördüğü yıldız sistemlerinin bazıları tamamen anti maddeden ibarettir. Kâinatın yaratılışında ve işleyişinde temel rol oynayan elektriğin de pozitif ve negatif olmak üzere iki cinsinin bulunduğu ilk defa 1733 yılında keşfedilmiştir. Aynı cins elektrik yükleri birbirini iterken zıt yükler de birbirini çekmektedirler. Ayrıca bir mıknatısın iki ucunda güney ve kuzey olmak üzere birbirine zıt iki kutbu olduğu bilinmektedir. Öyle ki bir mıknatıs ne kadar küçük parçacıklara ayrılırsa ayrılsın her seferinde iki ayrı kutup meydana gelir. Yani tek kutuplu bir mıknatıs meydana getirilemez. Tıpkı elektrikte olduğu gibi aynı kutuplar birbirini iter, zıt kutuplar da birbirini çekerler. Dünyamız da dev bir mıknatıs gibidir ve kuzey ve güney olmak üzere iki zıt kutba sahiptir. Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın, asırlarca önce söylediklerini yukarıda gördük; ilmin söyledikleri de bunlar. Aradan bunca asır geçmesine ve ilim, her geçen gün baş döndürücü bir şekilde inkişaf etmesine rağmen değişen fazla bir şey yoktur. Kur'an'ın o gün söyledikleri, o günün ilim ve mantalitesi için ne kadar geçerli ise, bugünün ilim ve mantalitesi için de aynen geçerlidir. İşte bütün bunlar, Kur'an'ın, ezel ve ebed sultanı Allah'ın (cc), mu'ciz bir kelâmı olduğunu göstermektedir.





Dolaylı olarak ilgilendiren bir konu daha var. 

Her şey zıttı ile yaratılmıştır. 

İyi - kötü, gece - gündüz, uzun - kısa, zayıf - şişman, siyah - beyaz vs. diye uzar gider bu liste. 

Kötü olmasa iyi olur muydu ? Gece olmasa gündüzü bilebilir miydik ? 

Cevap tabi ki de hayır olacak. 



Son olarak bu tür iddialar ortaya atmadan önce araştırmak lazım, buna desteksiz sallamak denir.