29 Ağustos 2014 Cuma

Mitokondriyal DNA Havva Geni

Genlerimizin yarısını annemizden yarısını da babamızdan aldığımız tamamıyla doğru değildir. DNA’mızın küçücük bir kısmı, sadece anne tarafından iner. Buna mitokondriyal DNA denir. Çünkü bu, mitokondriya adı verilen küçük tüp şeklindeki paketlerin içinde tek bir dairesel şerit halinde bulunur. Bunlar hücre sitoplazmasında pil işlevi görürler. Bazı moleküler biyologlar, ölçülemeyecek kadar uzun süre önce, mitokondriyonların kendi DNA’larını içeren yaşayan organizmalar olduklarını ve enerji üretmenin sırrına sahip olduklarını söylüyor. Bunlar tekhücre çekirdekli organizmaları istila ettiler ve o zamandan beri orada kaldılar ve maya gibi ortadan ikiye bölündüler. Erkekler, her ne kadar annelerinin mitokondriyal DNA’larını alıp kullansalar da, bunları çocuklarına geçiremezler. Spermin vajinadan yumurtaya uzun yolculuğunu gerçekleştiren kendi mitokondriyası vardır, ama yumurtaya girişte, eril mitokondriya bozulur ve ölür. Bu bir erkeğin silahlarını kapıda bırakmak zorunda kalması gibidir.
Dolayısıyla her birimiz annemizden kendi mtDNA’mızı alırız, o da kendi tDNA’sını annesinden almıştır ve kuşaklar boyunca böyle sürüp gitmiştir, bu nedenle mtDNA’nın popüler ismi “Havva geni”dir. Nihayetinde, bugün yaşayan herkes kendi mitokondriyal DNA’sını yaklaşık 200.000 yıl önce tek bir büyük büyük büyük büyük … büyükanneden almıştır. Bu mtDNA, DNA mirasının devamlı yer değiştiren kumları arasında ender bir sabit nokta gibidir. Bununla birlikte, şayet bugün dünyada bulunan Havva kromozomları, orijinal Havva mtDNA’sının eksiksiz kopyasıysa,o zaman hepsinin açıkça birbirinin aynı olması gerekirdi. Bu bir mucize olurdu, ama bu, ayrıca mtDNA’nın bize prehistoryamız hakkında yeterli bilgi veremeyeceği anlamına gelirdi. Bütün kadınların tek bir ortak Havva’ya dayanıyor olabileceği fikri heyecan uyandırıcı, ama kızlarının değişik hayatlarını takip etmemiz için bize ayrıntılı bilgi vermiyor. Bize çeşitliliği olan bir şeyler lazım.

DNA noktası değişiklikleri burada devreye giriyor. MtDNA annemizden bize geçerken, ntDNA kodunun bir veya daha fazla “harfinde” bir değişiklik veya mutasyon olmaktadır. Her bin kuşakta bir değişiklik. Nokta mutasyonu (point mutation) adı verilen yeni harf, sonraki kızlara aktarılmış olacaktır. Her ne kadar tek bir aile dalında mutasyon olması ender rastlanan bir olay olsa da, annelerin kız çocuk sayısıyla doğru orantılı olarak mutasyon olması ihtimali de o kadar artmaktadır.Dolayısıyla bir kuşakta, bir milyon annenin her birinin, geri kalandan farklı yeni bir mutasyon geçirmiş binden fazla kızı olabilir. Bu nedenle 10.000 yıldan önce ortak bir anne ataya sahip olmadıkça,etrafımızdaki herkesten farklı olan bir kodumuz vardır.

Bir ağacı oluşturmak için mutasyonlardan faydalanmak
 Neredeyse 200.000 yıl süren bir dönem boyunca, bir sürü küçük rasgele mutasyon, bütün dünyadaki Havva kızlarına geçmiş olan farklı insan mtDNA moleküllerinde toplanmıştır. Her birimiz için, bu, kendi kişisel Havva kaydımızda 7 ila 15 mutasyon bulunduğu anlamına gelir. Mutasyonlar böylece, kendi maternel prehistoryamız hakkındaki bilgiyi toplayan birer dosyadırlar. DNA’nın ana görevi kendini her yeni kuşağa kopyalamaktır. Bu mutasyonları mtDNA’nın genetik bir soyağacını oluşturmak için kullanabiliriz, çünkü müstakbel annenin yumurtasındaki her yeni mtDNA mutasyonu dişil soy boyunca sürekli olarak bütün haleflerine taşınacaktır. Böylece her dişil soy, hem yeni mutasyonlar hem de eski mutasyonlarla tanımlanmıştır. Sonuç olarak, dünyadaki bütün yaşayan kadınların değişik mutasyon kombinasyonlarını bildiğimizde, ilk annemize kadar uzanan bir aile ağacını doğal olarak oluşturabiliriz.

Her ne kadar, bir zarfın arkasında sadece birkaç mutasyonla yakın tarihli bir mtDNA ağacı çizmek kolay olsa da, binlerce mutasyon geçiren bütün insan ırkı söz konusu olduğunda sorun daha karmaşık bir hal alıyor. Dolayısıyla yeniden ağacı oluşturmak için bilgisayarlar kullanılmaktadır. Biyologlar soy çizgisini, bugün yaşayan insan örneklerinin DNA kodlarına bakarak ve kuşaktan kuşağa aktarılırken bu kodun uğradığı değişiklikleri bir araya toplayarak, uzaktaki ortak bir ataya kadar uzatabilmektedirler. MtDNA’yı sadece anneden aldığımıza göre, bu soy çizgisi insan türlerindeki dişil jenealojinin (soybilim) bir resmidir. Sadece ağacı yeniden çizebilmekle kalmıyoruz, örnek alınan insanların nereden geldiklerine bakarak, bazı mutasyonların nerede gerçekleştiğini bulabiliyoruz – Örneğin Avrupa veya Asya veya Afrika. Üstelik değişiklikler (her ne kadar rasgele olsa da) statik olarak tutarlı bir oranda meydana geldiğinden, bunların oldukları zamanı az çok tahmin edebiliriz. Böylece 90’ların sonu ve yeni yüzyılda bizim için, geçmişteki antropologların ancak hayal edebildikleri bir şeyi yapmak mümkün olmuştur: Artık modern insanların yerküremizdeki göçünün izlerini sürebiliyoruz. Elde edilen sonuca göre, mtDNA’mızda en eski değişiklikler Afrika’da 150-190.000 yıl önce gerçekleşmiştir. Sonra yeni mutasyonlar Asya’da yaklaşık 60-80.000 yıl önce görülmeye başlanmıştır. Bu bize modern insanların Afrika’da geliştiklerini ve bazılarımızın 80.000 yıl öncesinde Afrika’dan Asya’ya göç ettiğini gösteriyor.

Bunun farkına varmak önemlidir, çünkü bireysel mutasyonların rasgele luşundan dolayı, tarihler ancak yaklaşık olarak bulunmaktadır. İnsanların göçlerini tarihlendirmenin, başarı oranı değişen bir şekilde denenmiş çeşitli matematiksel yolları vardır; ama sadece 1996’da uygulanan bir yöntem zaman testini kazanmıştır. Bu yöntem, genlerin her dalını bu dalın dişil tiplerindeki yeni mutasyon sayısının ortalamasını alarak tarihlendirmektedir.

DNA ağacındaki moleküllerin tarihinin izini sürme konusunda “Phylogeography” adlı bu yeni yaklaşımı, on yıllar boyunca kullanılan ve klasik toplum genetiği (population genetics) olarak bilinen insan toplumlarının tarihinin matematiksel incelemesinden ayırt etmek önemlidir. Bu iki bilim dalı aynı Mendel biyolojik ilkeleri üzerine kuruludur, ama oldukça farklı amaç ve tahminleri vardır ve bu fark, birçok yanlış anlamanın ve tartışmanın kaynağıdır. Bunu açıklamanın en kolay yolu şudur: Phylogeography bireysel DNA moleküllerinin prehistoryasını inceler, toplum genetiği ise toplumların prehistoryasını. Başka bir yolla ifade edilirse, her insan toplumu herhangi bir özel DNA molekülünün birçok versiyonunu içerir, bunların her birinin kendi tarihi ve farklı bir kökeni vardır. Her ne kadar insan prehistoryasına bu iki yaklaşım tamamen aynı şeyi temsil edemese de, onların ortak amacı insanların göçlerinin izini sürmektir. Taşıdığımız bireysel moleküllerin izini sürmek, bir bütün halinde grupların izini sürmeye çalışmaktan çok daha kolaydır.


Y kromozomu: Adem geni


Hücre çekirdeğimizin dışında bulunan anne tarafından geçmiş mtDNA’ya benzer olarak, çekirdeğin içinde paketlenmiş olarak bulunan sadece erkek tarafından geçen bir gen seti vardır. Erkekliği tanımlayan kromozom olan Y kromozomu. Küçük bir segment hariç, Y kromozomu, diğer kromozomların yaptıkları rasgele DNA değişimlerinde hiçbir rol oynamamaktadır. Dolayısıyla tıpkı mtDNA gibi, Y kromozomunun yeniden karışmayan tarafı, kuşaktan kuşağa aktarılırken bozulmadan kalıyor ve orijinal eril kökenimize kırılmayan bir çizgi halinde uzanıyor.

Y kromozomları mtDNA’lara nazaran daha kısa süreli olarak soyağaçlarını oluşturmada kullanılmıştır ve onların zaman derinliklerini tahmin etmekte daha fazla sorunla karşılaşılmıştır. Bu sorunlar çözüldüğünde, NRY metodu (Y kromozomunun izini sürmek), hem uzak hem de yakın geçmiş için zaman ve coğrafi çözünürlük konusunda daha etkili olabilir. Çünkü NRY, mtDNA’dan daha geniştir ve sonuç olarak daha fazla çeşitlilik potansiyeli taşımaktadır.

Zaten Y kromozomları, mtDNA haritasına paralel olarak bir genetik harita çıkarılmasına yardımcı olmuşlardır. Büyük coğrafi kollarda, mtDNA’nın anlattığı hikâyeyi desteklemektedirler: Bütün modern insanlar için Afrika’daki ortak bir atayı işaret ederler ve Afrikalı olmayanlar için Asya’daki daha yakın bir atayı.

Buna ek olarak, erkeklerin davranışları bazı anahtar noktalardan kadınlarınkinden farklı olduğu için, Adem genlerinin anlattığı hikâyeye ilgi çekici ayrıntılar eklenmektedir. Farklardan biri, erkeklerin çocuk sayısı konusunda kadınlara nazaran daha fazla çeşitlilik göstermesidir: Birkaç adam, geri kalan adamlara nazaran daha fazla çocuğa babalık etmektedir. Tersine kadınlar, sahip oldukları çocuk sayısında aynı düzeyde, “eşit” kalma eğilimi taşımaktadır. Bunun sonucu olarak eril kolların birçoğu dişil kollara nazaran daha hızlı yok olarak, birkaç dominant eril genetik kol bırakmıştır.

Bir başka fark genetik hareketliliktedir. Nitekim kadınlar genellikle kocalarının köyüne taşındığından, onların genlerinin daha hareketli oldukları düşünülmektedir. Paradoksal olarak, bir kültürel bölgede bu doğruyken, mtDNA’nın sadece bu kültürel bölgede hızlı karışım ve yayılımı sonucunu doğuruyor. Bölgeler arası seyahatlerde veya uzun mesafeli kıtalar arası
göçlerde, çocuklara bakma sorumluluğu kadınların hareketliliğini kısıtlamış olabilir. Akın eden yağmacı gruplar çoğunlukla erkek egemenliğindedir, bunun sonucunda da Y kromozomunun hareketliliği artmıştır.

Kaynak:
Bilim ve Gelecek, Sayı 48



Alıntıdır : http://www.evrimteorisi.org/index.php?option=com_content&view=article&id=228:buzul-buzul-aras-doengueleri-160000-135000-yl-oence&catid=35:insanin-evrimi&Itemid=159

0 yorum:

Yorum Gönder