9 Kasım 2013 Cumartesi

Ateistlerin Kusursuz Lisan Argümanına Cevap


Ateistlerin sıkça sundukları argümanlardan birisi de kusursuz lisan argümanıdır. Ateistler, Tanrı’nın hangi dile çevrilirse çevrilsin hiçbir çelişki içermeyecek bir kitap vahyetmesi gerektiğini iddia etmektedirler. Evvela irdelenmesi gereken nokta Tanrı’nın insanlarla nasıl iletişim kuracağıdır. Tanrı, insanlarla iletişim kurmak için “insan merkezli yöntemler” tercih etmelidir. Tanrı, vahiy ile seçtiği elçilerle iletişim kurmuştur. Bu iletişim elçinin anlayabildiği dil vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Tanrı, insanlarla iletişim kurmak için insan ürünü olan dilleri kullanmıştır. Dillerin en sık karşımıza çıkan özelliklerinden birisi de dilden dile çeviri yapıldığında yaşanan kaçınılmaz anlam kaybıdır. Örneğin Türkçe bir fıkrayı hiç anlam kaybı olmadan başka bir dile çevirmemiz imkansızdır. Çünkü dil, aynı zamanda konuşulduğu toplumun kültüründen etkilenerek sürekli değişim ve gelişim gösterir. Dilden dile çevirilerdeki bu anlam kayıpları, dillerin bir özelliğidir. Dillerin bu özelliği dillerin insan ürünü olmasından kaynaklanır. Burada es geçildiğini düşündüğümüz nokta Tanrı’nın insanlarla insani yöntemlerle iletişim kurduğudur, insani yöntemler ise mutlaka kusur içerir. Tanrı, elçilerinin anlayacağı bir dille onlara vahyetmekte, bu yüzden zaruri olarak o dilin muhtelif kurallarından faydalanmaktadır.

Bu noktada Tanrı’nın amacı iyi anlaşılmalıdır. Tanrı, vahyettiği elçinin konuştuğu dili en iyi şekilde kullanarak elçinin mesajı iyi anlayıp anlatmasını sağlamak ister. Çünkü vahiyle ilk muhattap olacak olan elçi ve sonrasında elçinin kavmidir. Elçi ve kavminin mesajı anlayıp anlatabilmeleri için bu elzemdir. Örneğin Allah, vahyetmek için Hz. Muhammed’i seçmiş ve Arapçayı kusursuz bir biçimde kullanarak birçok söz sanatına ve mecazlara Kur’an’da başvurmuştur. Bu aynı zamanda kavmin, Hz. Muhammed’in ilettiği mesajın Allah’tan olduğunu anlamaları için bir zorunluluktur. Çünkü Araplar hitabette çok ileri gitmişlerdi. Birçok ileri gelen şair vardı. Hz. Muhammed’in ise çok güçlü bir şiir yazma yeteneği olmadığı bilinmekteydi. Bununla birlikte Hz. Muhammed’in okuma-yazma bilip bilmediği tartışma konusudur. Günümüzde ulaşılan konsensüs Hz. Muhammed’in okuma-yazma bilse bile sistematik bir eğitim almadığıdır. Bu sebeple ilk sureleri dinleyen Araplar, bu satırları Hz. Muhammed’in yazmış olamayacağı kanaatine varmalarıyla birlikte ona değişik sıfatlar yakıştırmışlardır. Kısacası Tanrı’nın vahyettiği dilin her türlü özelliğini kullanması kaçınılmaz bir zorunluluk olmakla beraber garip karşılanacak bir durum da değildir. Allah, son bir evrensel mesaj iletmek üzere kitap göndereceği zamanı, çeviri faaliyetlerinin gelişim durumuna bakarak seçmiştir. Bu şekilde insanları Arapçaya mahkum olmaktan kurtarmıştır. Günümüzde birçok farklı Kur’an meali mevcuttur. Kişi meallerle ilişkili eleştirileri akıl süzgecinden geçirerek değerlendirip Kur’an mesajını en iyi yansıtan meali diğer meallerle birlikte karşılaştırmalı okursa Tanrı’nın mesajına rahatlıkla ulaşabilir. Allah, Kur’an’ı anlamak için iyi Arapça bilmek gerektiğini değil aklı kullanmak gerektiğini beyan etmiştir. Kur’an’ı anlamak için ilk şart kişinin çok iyi Arapça bilmesi değil aklını kullanmasıdır. Burada en önemli nokta kişinin çeviri okuduğunun bilincinde olarak internet ortamında rahatlıkla ulaşabileceği kaynaklardaki açıklamaları okuması ve değerlendirmesidir.  Şahsi kanaatim Kur’an’ı en iyi anlaması gerektiği söylenen (!) Araplar’ın şu an Kur’an mesajından en çok uzaklaşan kavim olduğudur. Nitekim Kur’an bunu bir öngörü olarak bizlere sunar. (Bakınız: Furkan suresi 30. ayet)

0 yorum:

Yorum Gönder